Sicilleri kirlenmiş insanlar, ne kadar inandırıcı görünmeye çalışırlarsa çalışsınlar telaş ve aceleciliklerini gizlemeyi başaramıyorlar. Gece-gündüz, haklarındaki belgelenmiş suçları örtmek için var güçleriyle çalıştıkları halde, bir aydır, belli bir çalışma insicamı, mantıki tutarlılık yakalayamamaları boşuna mı? Suçluluk psikolojisi reflekslerine tesir ediyor. Ya bir gün, yine işler tersine döner de, yaptıklarının hesabını vermek zorunda kalırlarsa!
“Gece-gündüz” tabirimiz gelişi güzel kullanım değil. Binası, çalışanları, gireni çıkanı bilinen Sayıştay'a gece baskını da nereden çıktı? Zaten herşey ellerinde. 8-5 mesai saatlerinde yapılan operasyonlar iş kaybına mı sebeb oluyor? Üç hafta içinde yarım milyon insanı mağdur eden çılgınlığın, devlet malı, iş kaybı, insan hayatı gibi detay (!) değerlerle uğraşmaya vakti olduğunu zannetmiyoruz.
“Sayıştay” deyince biraz durup, düşünün. Son yıllarda, bu kurum, mevcut iktidar sahiplerinin usulsüz harcamalarının önlenemez boyutlarda olduğunun söylentileriyle gündeme gelmişti. OHAL bahanesiyle, dip-bucak, ciddi bir sicil tezkiyesi için geceler daha uygun olsa gerek. Hesap-kitap işleri öyle, herkesin gözü önünde hallolacak işler değil. Suçu bastırma kamuflajı altında, şimdilik, kimsenin hesap soramayacağı başka illegal uygulamaları cesurca sahneye koymak için tek yapabildikleri; ani baskınlar.
Güya devlet-millet malını başkalarından kurtarmak için uğraşıyorlar. İyi de bu acullük niye? Yangından mal kaçırıyor olma telaşı tam bir komedi. Devletin kolluk güçleriyle iş yapanların biraz daha vakur, ciddi ve inandırıcı olması gerekmez mi?Gördüğümüz manzara, geniş çaplı bir suç örgütünün kendi açıklarını örtmek için zulüm, işkence ve her türlü gayri insani uygulamayı sahneye koymasından ibaret; ev sahibi hırsız olunca yapacak fazla bir şey kalmıyor.
Suç örgütlerine gün doğdu. Ağır suçlardan ceza yemiş onlarca emekli asker, illegal örgütlere bulaşmış güvenlik görevlileri, ülkenin başkentinde büyük ihale yolsuzluklarına karışmış ama, fal, büyü, kehanet gibi işlerle kamuoyunu meşgul eden belediye başkanı, gazeteci, yazar sıraya girmiş, yağma zamanından kendine düşecek görevi bekliyor. Ne kadar kirli, o kadar makbul. Siyasileşmiş, lokal hukuki komedinin talihlerine su serpmesine hemen de alışıverdiler. Kirli sicillerine şimdi bir de, etnik temizlik ve soykırım gibi, daha büyük ve davaları lokal mahkemelerde halledilmeyen “insanlık suçları”nı ilave edecekler.
Pazar ve sektörün kalitesine(!) bir bakın; eski emniyet müdürü, eski genelkurmay başkanı, eski gazeteci, köhne ve modası geçmiş sanatçı, beceriksiz ve kötü siyasetçi, müflis işadamı...Hepsi de kendisini, bit pazarında keşfedilmeye bekleyen nadide, eşi bulunmaz, kadr-ü kıymeti bilinememiş antik eşya zannediyor. İnsanın aklına, “Be birader, madem bu kadar akıllıydınız, bu kadar açılıp-saçılmak için, Çin işi, çakma bir darbe girişimini mi beklediniz?” diyesi geliyor.
Yatıp kalkıp, 15 Temmuz'a isim arayanlar şu an tıkanmış vaziyetteler. Daha ilk andan itibaren “Yeni bir milad” arayışına girenlerin hevesleri kursaklarında kaldı. Akıllarınca, tarihi baştan yazmaya kalkışacaklardı. Partili magandaların estirdiği terör, parti taraftarlarını bile rahatsız etmeye başladı. Olayın üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen hala, kontrolsüzlük, neyi, nasıl yapayacağını bilemeyen gözü dönmüş garip bir oluşum ile karşı karşıyayız. Kendi içlerinden rahatsız olanların sesleri pek çıkmıyor ama “Böyle mi normalleşeceksiniz?” tedirginlikleri yüzlerine yansıyor.
Bu halleriyle, başladıkları hiç bir işi bitiremeyecekler. Yakıp, yıkıp, öldürüp, zulm ederek kendilerini ve suçlarını gizlemeye muvaffak olacaklarını zannediyorlar, ama nafile. 15 Temmuz'u bütün insani hakikatleri tersine çevirecek kadar abartmaya gerek var mı? Zulüm ve zulme ortak olanların, mukadder neticesini değiştirecek büyük milad'a hiçbir olay ve hiçbir fani muvaffak olamadı. Tarihin çok derinlerinden, zulmün akibetine delil aramaya gerek yok. Geçtiğimiz asrın başlarında, koskoca devlet-i aliye artığı, yeniçeri, başıbozuk ve serkeşlerin halkın malına, canına, ırzına tasallutları bütün haysiyetlerini bitirecek bir kerteye ulaşmıştı. O kadar ki, şu an isimleri anıldığında, altı asırlık hizmetleri değil, karıştıkları zulümlerle akla geliyorlar. Ne talihsizlik!
Aynı mukadder akibet, kötü sicillerini temizlemek için daha fazla suça bulaşanların da boynuna asılacak gibi gözüküyor. Hafızalarda, gırtlaklarına kadar battıkları suç dosyalarıyla hatırlanacaklar. Bu makus neticeyi hiçbir Temmuz değiştiremeyecek.
Kadir Gürcan