Gençlerin cüz-i iradelerinin ve akıllarının hakkını vermek suretiyle, şuurlarıyla bu işin içine girmeleri bir zarurettir…
Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN - TR724.COM
Günümüzde gelinen noktada, hizmet fertlerinin bireysel anlamda güçlü olmalarına ve kabiliyetlerinin inkişaf ettirilmesine ihtiyaç vardır. Daha en küçük yaşlarda dahi bu hedefe uygun olarak hareket edilmesi ve bu uğurda planlar yapılması gerekmektedir. Daha küçük yaşlarda ebeveynlerinin ve büyüklerinin telkinlerine daha açık olsalar da, özellikle ergenlik çağlarından itibaren, gençler kendilerini artık bu telkinlere kapatmakta ve kendi iradeleriyle ve akıllarıyla ulaştıkları hususları kabul etmektedirler. Dolayısıyla verilmesi arzu edilen hususlara kendilerinin ulaşması adına çalışmalar yapmak gerekmektedir. Bu dönemde yapılan baskılar ters tepmekte ve onlarla olan mesafenin daha çok açılmasına yol açabilmektedir.
Hocaefendi, uhuvveti ele aldığı “Mü’minlerin Helâki İftiraktadır” başlıklı yazısında insanın cüz-i iradesinin hakkını vererek bir takım önemli mazhariyetlere ulaşması gerektiğine vurgu yapmaktadırlar: “Evet, insan, bir odun parçası ya da bir sürünün şuursuz azası değildir ki, cebren başkalarıyla ittifak etsin ve bir araya gelsin. Onun farklı düşüncelerinin, şahsî mülâhazalarının ve bir kısım aykırılıklarının olması gayet tabiîdir. İnsandan beklenen, her söylenene hemen boyun eğmesi, haricî zorlamalarla bir noktaya gelmesi ve diğer insanlarla taşlar misali şuursuzca omuz omuza vermesi değildir; ondan istenen, bazı iç tepkilerini ve reaksiyonlarını irade, mantık ve muhakemesiyle bastırması ve vifakı iradî-mantıkî olarak gerçekleştirmesidir…”
Aslında küçük yaşlarda telkin edilen hususların, ergen hale geldikten sonra bireyler tarafından tekrar gözden geçirilmesine ve bu şekilde onların tekrar kabul edilmelerine de ihtiyaç bulunmaktadır.
Gençlerin cüz-i iradelerinin ve akıllarının hakkını vermek suretiyle, şuurlarıyla bu işin içine girmeleri bir zarurettir…
Hocaefendi’nin iman mevzuunda bu konuyu değerlendirdiği “Gurbet Ufukları” kitabında geçen bölüm bu konuyu çok güzel açıklamaktadır: “Çoklarımız ne anlama geldiğini dahi hesap etmeden tıpkı on beş asır öncesinin bedevîleri gibi ulu orta “iman ettik.” diyoruz. Hâlbuki bizler etrafımızdaki hemen herkesin” İman ettik”dediği bir muhitte neş’et ettik. Kültürümüzün bir parçasıydı iman ve onun gerekleri. Doğduğumuzda ilk duyduğumuz ses ezandı. İrademizle bir tercihte bulunmamıştık. Kendimizi bu işin göbeğinde bulduk. Bir kilisenin bahçesinde neş’et etseydik şimdi nerede olacağımız az çok belliydi. Bununla beraber biz inandığımız esasları analiz etmedik ve etmiyoruz. Olduğu gibi, baba ve dedelerimizden gördüğümüz şekliyle hayatımıza geçiriyoruz. En azından kâhir ekseriyetimiz böyle yapıyor. Muhal-farz inandığımız, inancımızın gereği hayata tatbik ettiğimiz şeylerde yanlışlar varsa, onları bile devam ettiriyoruz biz.
Tashih edilmesi gerekli olan şeyler var; ama farkında dahi değiliz. Bu yanlışlar konusunda belki de anne-babamızın ve muhitimizin tesirinde kalarak böyle tercihte bulunduk. İşin aslı tercihte dahi bulunmadık, onlar çektiler bizi işin içine. Hâlbuki iman, islâm ve ihsanın insan iradesinin ürünü olması lazım. İşte meseleye böyle yaklaşırsak söz konusu âyet hepimize hitap ediyor; “‘İman ettik’ demeyin, ‘islâm olduk. deyin!” diyor. Çünkü iman taklidî seviyeden tahkike çıkmamış, analize tâbi tutulmamış; iradenin hakkı verilerek şuurlu bir tercihin ürünü değil. Selef-i sâlihîn bu türlü bir imanın makbul olup olmadığı konusunda uzun boylu münazara ve münakaşalar yapmış, mukallidin imanı kabul edilir mi edilmez mi sorusuna cevap aramışlardır.”
Hocaefendi’nin vurgu yaptığı gibi, değerlerimizin gençlerimizin kendi malları haline getirilebilmesi için çalışılmalıdır. Üstat Hazretlerinin yaptıkları bir tasnifte yer alan, kardeş ve arkadaş statüsünden talebeler haline gelmeleri için gayret edilmelidir.
Buna binaen toplantılar, sohbetler, istişareler hep bir müzakere havası içinde yapılmalıdır. Mevzu edilen konulara herkesin iştirak etmesine gayret edilmelidir. Eğer bu görüşmelere katılan insanlar sadece pasif dinleyici konumunda olurlarsa, konuşulanları belki tam dinleyip anlayamayacaklardır. Zihnen aktif ve şuurlarıyla da meselelere dahil olmadıklarından tam istifade edemeyeceklerdir. Konuşulanlar veya okunanlar ne kadar değerli olursa olsun istifadeleri çok sınırlı olacaktır.
Hocaefendi “Düşüncenin Önündeki Gulyabânîler” başlıklı Herkülnağme’de müzakere ederek okumanın düşünceyi kanatlandıracak bir vesile olduğunu ifade etmektedirler: “Hususiyle günümüzde -antrparantez diyeyim- okumayı, “ferdî kitap okuma”ya bağlamamak lazım; esas “müzakere ederek okuma” olmalı. Evet, antrparantez içinde bir tane daha antrparantez: Tirmizi’nin Süneni’ni, bahsetmiştim size, bir haftada okudum. Müslim-i şerif’i de, bana refakat eden arkadaşlar var burada, 20 günde okumuştuk. Fakat bir haftalık Tirmizi’den aklımda kalan şey, bir haftalık; 20 günlük Müslim’den kalan şey de 20 günlük olur. Ama, şayet onu, arkadaşlarla bir araya gelip müzakere ederseniz.. ve “Başkaları bu mevzuda ne diyor, şârihler ne diyor?” derseniz, oradaki o hâdiseler ve o hadislerle dillendirilen vak’alar, din-i mübin-i İslam’ın özünü-esasını anlama adına, bir yönüyle hayatın felsefesini anlama adına, Siyer’in felsefesini anlama adına size öyle şeyler ilham eder ki, Allah’ın izni ve inayetiyle…
Bu açıdan, bir kitabı eline alıp münferit okuma, evet bir şeydir; hani o da yok bugün… Bir dönemde kariyer yapmış olsalar bile, dün başkadır, evvelki gün başkadır, bugün başkadır. Her gün okuma, her gün okuma, her gün okuma… Ama Kıtmir’e göre bugün okuma müzakereli olmalıdır.
Münferiden, kitabı eline alıp okuma, bir şey ise de, her şey değildir. Onu üç-beş arkadaş yan yana gelerek, Hazreti Pîr-i Mugân’ın ortaya koyduğu ölçü içinde okumak lazımdır. Bir evde beş-on insanın bir araya gelerek ve müzakere ederek Nur’ları okuması gibi… Müzakere edilerek okunacak o kadar çok kitap var ki, onlar, bizi düşünce ufkunda çok sürpriz âlemlerde gezdirir; âdetâ -o tabiri son günlerde çok kullanıyorum- “Göz görmemiş, kulak işitmemiş, aklınıza gelmemiş çok farklı ufuklar!”da gezdirir, çok farklı şeyleri temaşa imkânı verir. Öyle meşherlerde sizi dolaştırır ki, sadece yanlarından geçip gitmeniz bile, size çok şey bulaştırır. Öyle bir insibağla münsebiğ olursunuz ki öyle bir atmosfer içine girip çıkınca; ufkunuz birdenbire derinleşir, meselelere derince bakarsınız. “
Yapılan programlarda ferdi kitap okumaktan daha çok, rehberlik yapabilecek eleman sayısına bağlı olarak oluşturulacak gruplar içerisinde eserlerin müzakere edilmesine ağırlık vermek daha faydalı olacaktır. Bir kitaptan bir şey okunduğunda veya ortaya bir konu atıldığında, o topluluktaki bireylere mümkünse tek tek “Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, ne anladınız?” diye sormak suretiyle aktif katılımları sağlanmalıdır ki, ifade edilen hakikatler tam anlaşılıp istifade edilebilsin. Böyle yapılarak meselelerin Kabul edilip benimsenmesi sağlanabilir.