Zarar 99'dan 1'e indi. İnşallah o birin de 20 ...

Samanyoluhaber.com yazarı Abdullah Aymaz, 'Umumî ilânât' başlıklı yeni yazısında Bediüzzaman döneminde yaşanan zulme ve ardından Allah'ın ihsan ettiği gelişmeleri örnekleriyle anlatıyor...
Devirler değişse de cevirler değişmediği için yine akla gelmedik iftiralar, karalamalar ve itibarsızlaştırmalar gündemde idi. 

Bir talebesi “Efendim son hadiseler…” deyince, Üstad Hazretleri, “Evet, dedi, ‘Beyannameyi bahâne ederek, Kur’an’ın fedakâr talebelerine insafsızca hücum ediyorlar. Yayınlanan tekzip mektubunda kanunî suç mevzuu olabilecek hiçbir şey, hatta hiçbir kelime dahi yoktur. Sadece efkâr-ı umûmiyeye yanlış aksettirilmiş bir hadisenin ve bir çok iftiraların tashihinden ibarettir. Sizler müteessir olmayınız. Zarar 99’dan 1’e indi. İnşallah o birin de 20 faydası olacak ve tamamen lehimize tecelli edecek. Bu kabilden olan neşriyatlar Risale-i Nur’un vatan sathında daha fazla intişar etmesine vesile ve umûmî bir ilânât hükmündedir.”  buyurdu.

“Resimli Perşembe” isimli bir gazetede 31 Mart’ta bir çok insanı idam eden Cellat Hasan’ın hatıraları, ‘Bekir ağa Bölüğünde Neler Gördün?’ başlığı altında neşredilmişti. 

Cellat Hasan, ‘Bediüzzaman’ın ailesi hapishaneye ziyarete geldi.’ diyor. 

Üstad’ın talebelerinden Muhsin Alev Konevî Ağabeyimiz, meselenin aslını şöyle anlatıyor: 

“Üstadın babası Sofî Mirza Efendi, oğlunu aramak için İstanbul’a gelmiş, hapishanede bulunan evladına: ‘Oğlum, sen ilim adamı olacaksın. Burada ne işin var? Bu zindandakilerin yaptığı işlerle bir alâkan var mı?’ demiş ve devam etmiş; ‘Sen bana değil, annene çekmişsin. Senin annen Hüseynî’dir. (Hz. Hüseyin Efendimizin neslinden). Sofî Mirza, kendisini göstererek, ‘Ben ise Hasanî’yim. Hz. Hasan, Müslümanlar arasında kan dökülmemesi için hilâfeti bıraktı. Hz. Hüseyin ise kılıcını çekti ve mücadele etti. Sen annenin oğlusun!’ demiş. Üstad, hemen ayak parmaklarını gösterip ‘Benim parmaklarım da senin parmakların gibi. Ben sana benziyorum. Hem Hasanîyim, hem Hüseynîyim. Hem Sofî Mirza’nın oğluyum, hem Nuriye Hanımın oğluyum.’ demiş. 1952 veya 1953 senesi baharında Üstad abdest alırken ibrikle Üstad’ın abdest suyunu döküyordum. Dikkat ettim, Üstad’ın ikinci ve üçüncü ayak parmakları birbirine bitişikti. Benim dikkatlice baktığımı fark edince, Üstad bir anda gülerek ‘Niye bu kadar tecessüs ediyorsun? Benim babamın ayak parmakları da bitişik.’ dedi.”

Erzincanlı Ankara Müftüsü merhum Sadık Bazgöze şahit olmuştu: 31 Mart faciasından on gün evveldi.

Ayasofya Camiinde, İttihad-ı Muhammedî Cemiyetinin kuruluş günü münasebetiyle muazzam bir mevlid okutuldu. Camide 40-50 bin Müslüman vardı. Nice büyüklerin ısrarı üzerine, Bediüzzaman, davete icabet edip, cemaate hitap etmek için müezzin köşküne çıkmıştı. Müezzin Mahfili Ayasofya’nın tam ortasındaydı. Dâvûdî sesiyle, ulu mabedi çınlatmıştı. İki saat süren bu hitabesini ayakta vermişti. Binlerce insan parmağını ısırmak, hayret ve hayranlıkla Ulu câmideki Ulu Üstad’ı gıptayla dinlemişlerdi.

Daha hitabenin başlarında Bediüzzaman; “Kalbimin derinliklerinden, gönlümün uçsuz-bucaksız zerrelerinden çırıl-çıplak gelen kelimelerle konuşacağım, Kur’an’ın İlahî hakikatlarını, sırlarını sizlere anlatacağım. Konuşmalarımdan çekinenler ve korkanlar, camiyi terk edebilirler.” diyordu. 

Evet Üstad “Kalbin kabrinden hakikatler, çıplak çıktı. Nâmahrem olanlar nazar etmesinler, dinlemesinler!..” diyerek, çok pervâsız olarak o ihtişamlı hutbesine başlamıştı. 

Bu hitabeyi dinleyen cemaat kendi aralarında, “Ne şahane bir konuşma, ne makul ve mantıklı anlatıyor, mâşâallah, sübhânallah!..” sadâlarıyla heyecanlanıyorlar, hem de sevinçlerini ve memnuniyetlerini bildiriyorlardı. Bediüzzaman’ın sözlerinden çekinip camiyi terk edenler de vardı. İşte bunlardan birisi de Erzincanlı Mehmed Sâdık Başgöze Hoca Efendiydi, “Bu hitaptan bizler de mesul olup hesaba çekilebiliriz” diyerek camiyi terketmişti. Bu terkediş Mehmed Sadık Başgöze Hoca Efendinin içinde bir yara ve ukde olarak kalmıştı. Seneler sonra Ankara Müftülüğü sırasında kendisini ziyaret eden Üstad Hazretlerinin talebelerine, heyecanla, üzüntülü bir halde yaşadıklarını anlatmış; “Her zaman derinden derine ah edip, ‘Neden câmiyi terk ettim. O şahane hitabeyi baştan sona dinlemedim’ diye hep hayıflanıp durdum!” demiştir.

Yâ süreçler münasebetiyle veya makam, mansıp hırsıyla, aleyhte konuşanlara, o yüce makamlardan iftira atanlara ve akla hayale gelmedik karalamalarda bulunanlara ne demeli?!..

ABDULLAH AYMAZ
06 Şubat 2017 15:48
DİĞER HABERLER