Zekeriya Öz, Nazlı Ilıcak röportajının bugünki bölümünde flaş açıklamalarda bulundu.
"İnternet andıcı davasında, sanık askerler İlker Başbuğ’u suçlamasalardı, Başbuğ dosyaya girmezdi. 25 Aralık soruşturmasını durduran güç, isteseydi İlker Başbuğ’un tutuklanmasını engelleyemez miydi?"
"Yaptıklarımdan pişman değilim. Çok huzurluyum. Milletin verdiği yetkiyi, kendileri, aile çevreleri ve yakınları için yolsuzluk amacıyla kullananlar pişman olmalı, utanmalı ve tarih huzurunda milletten özür dilemeli."
İşte Gazeteci Nazlı Ilıcak'ın Zekeriya Öz ile yaptığı röportajın 5. bölümü:
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasını Tayyip Erdoğan mı istedi?
İlker Başbuğ’un Erdoğan’ın talimatı ya da isteği sonucunda tutuklandığını sanmıyorum. Yani kanun, hukuk neyi emretmişse öyle hareket edildi; kişilerin isteğine göre değil. Başbuğ’un tutuklanması konusunda Erdoğan’ın ısrarlı bir isteği olduğunu duydum ama, bu istek bana yapılmadı. Doğrusunu ilgilisi bilir. İlker Başbuğ soruşturmasını ben yürütmedim. İnternet andıcı olarak bilinen soruşturmanın başlangıcında, Başbuğ’un kendisinin dosyada olmadığını, hatta bu konuda açılan davada kendisinin sanık sıfatını taşımadığını biliyorum. Yargılama aşamasında, sanık pozisyonundaki asker kişilerin beyanları ve İlker Başbuğ’u suçlamaları üzerine, mahkeme suç duyurusunda bulundu ve o zaman İlker Başbuğ soruşturma kapsamına alındı. Yani süreç tamamen hukuki olarak, doğal yolunda ilerledi. Eğer internet andıcı olarak bilinen dosyada asker sanıklar İlker Başbuğ’u suçlayan beyanlarda bulunmasalardı, Başbuğ soruşturma kapsamına bile girmezdi.
SORUNUN CEVABI BURADA GİZLİ
Size şunu sormak isterim: 25 Aralık soruşturmasında, işadamlarının mahkeme kararına rağmen gözaltına alınmasını engelleyen ve soruşturmayı durduran bir güç, isteseydi İlker Başbuğ’un tutuklanmasını engelleyemez miydi? Bence sorduğunuz sorunun cevabı burada gizli.
İKTİDARA YAKIN KALEMLERE GÖRE: DEMOKRASİNİN ZAFERİ
İlker Başbuğ’un tutuklanması, iktidara yakın kalemler tarafından “demokrasinin zaferi” olarak değerlendirilmişti. Bugün, “Cemaatçi polis ve yargı mensuplarının işi” diye nitelendirilen o süreç, o tarihte alkışlanıyordu. İşte Nagehan Alçı’nın “Sivilleşmenin zaferi” başlıklı yazısı:
“Bugün, yani 6 Ocak 2012 Türkiye için bir milat. Bugün bu ülkede ilk kez eski bir genelkurmay başkanı, hükümet hakkında olumsuz propaganda siteleri kurdurmaktan, darbe ortamı hazırlamaktan ve eylem planları kaleme aldırmaktan sorgulandı ve tutuklandı. Bu sivilleşmenin zaferidir! Bu hukukun önünde eşitliğin zaferidir! Bu demokrasinin zaferidir! Olanlara bakıyorum da... İlker Başbuğ’un şüpheli sıfatıyla adliyeye gitmesi. Saatler süren ifade. Tutuklama talebiyle mahkemeye sevk. Mahkemede geçen saatler. Sabaha karşı açıklanan karar. Başbuğ’un cezaevine götürülüşü... Son derece iç burkucu bir tablo! Keşke, diyorum, keşke böyle olmasaydı. Keşke bu ülkenin ordusunun içine yerleşmiş darbecilik alışkanlığı bazı komutanlarımızı böyle esir almasaydı. Keşke İlker Başbuğ bu ülkeyi halkından korumaya çalıştığını ve sivil iradeyi hiçe saydığını ve bunların demokratik hukuk devletlerinde ağır bir suç olduğunu zamanında görseydi...”
YARGIDA BİRLİK PLATFORMU İÇİN ÇALIŞMAYAN HAKİM VE SAVCILAR CEZALANDIRILDI
Hukuk darbesinde yeni HSYK’nın da bir rolü var mı?
Şu anda ülkemizde hâkim ve savcıların bağımsız hareket edemediğini, ve üzerlerinde müthiş bir siyasi baskı olduğunu herkes görüyor. 12 Ekim 2014 HSYK seçimlerinde, siyaset kurumu, devletin tüm imkânlarını kullanarak, kendilerinin oluşturduğu ve yönettiği Yargıda Birlik Platformu (YBP) adındaki oluşum lehine çalıştı. Neredeyse bütün meslektaşlara çeşitli vaadler ve baskılar yapıldı. Ve seçimi kazandılar. Böylece HSYK, şu anda hükümetin istediğini rahatça yaptırabildiği bir kurul haline geldi. Nitekim çıkarılan kararnamelerle, iktidarın hoşuna gitmeyen soruşturmaları yapan ya da kararları veren hâkim ve savcılar, kış ayında, talepleri olmamasına rağmen sürüldüler; görev yerleri değişti. Yine seçimde YBP lehine çalışmayan meslektaşlar, cezalandırılarak başka yerlere atandılar. Buna karşılık YBP oluşumu içinde yer alan hâkim ve savcılar ödüllendirildi. Bazısı Yargıtay üyesi oldu; bazısı Başsavcı, bazısı da Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı.
TAYİN KORKUSU YAŞAYAN BAĞIMSIZ KARAR VEREMEZ
O zaman yargıya bağımsız diyemeyiz…
Her geçen gün biraz daha Yürütme Organı’na bağımlı hale geliyor. Çünkü Yürütme Organı’nın aleyhine olabilecek bir karar veren hâkim ve savcılar hemen cezalandırılacaklarını biliyorlar. Böyle bir durumda olan, her an tayin edilme korkusu yaşayan yargı mensupları nasıl bağımsız karar verebilir?
DARBE DEĞİL YOLSUZLUK SORUŞTURMASI YAPTIK
Ama 17 Aralık bir darbe girişimi olarak takdim edildi. Siz ve polisler kafa kafaya verip bu soruşturmayla hükümeti devirmek mi istediniz?
Hukuki bir soruşturma yürütmekle darbe yapılamayacağını ve darbe suçunun unsurlarının oluşmayacağını hukuktan biraz anlayanlar bilir. Olsa olsa yapılan yolsuzluklara karşı bir soruşturmadır ki, bu sayede gerçek ortaya çıkmıştır. Aksine 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasını engellemek için, o tarihten bu yana yapılanlar bir darbedir; hukuka ve özgürlüklere darbedir. Bu soruşturmaya darbe diyenler, yaptıkları hukuksuzlukları örtmek için bunu söylüyorlar. 17 Aralık’tan sonra gerçekleşen hukuksuz uygulamalar ve uluslararası hukuka aykırı olarak çıkarılan kanunlar nedeniyle ülkemiz her geçen gün AB yolundan uzaklaşıyor. Herhalde bu dönemde yapılan hukuksuzluklar, önümüzdeki yıllarda AİHM’de epey iş yoğunluğuna ve ülkemizin tazminat ödemesine sebebiyet verecek.
17 ARALIK’IN DARBE OLMADIĞININ HÜKÜMET DE FARKINDA
17 Aralık bir darbe değildir. Hükümet de bunun başından beri farkında; yoğun bir şekilde bu soruşturmayı kapatmak anlamında doğrudan ve elçiler vasıtasıyla baskı uyguladı. Bu soruşturmanın biraz yumuşatılması istendi; bu mümkün olmayınca, hükümet darbesi gibi bir kavram bulundu ve hakkımda verilen “Zekeriya’yı bitirin” talimatı yerine getirildi. Öyle bir ortama geldik ki, artık kimse özgürce düşüncelerini ifade etmeye cesaret edemiyor. Geçmişte bu tür korku ve baskı havası, tabiri caizse, elinde silâh taşıyan bazı kamu görevlilerince aleni darbe dönemlerinde oluşturulmaya çalışılıyordu. Ancak bu tür sivil görünümlü baskıcı totaliter yönetim biçimi ve kendine özgü darbe süreci örneği daha önce hiç görülmedi. Hatta darbe dönemlerinde askerlerin bile, şimdiki sivil görünümlü yönetimden daha özgürce ve
demokratik davrandıkları biliniyor.
9. DAİRE 'AÇILIM' VE 'TERÖRE' KURBAN VERİLDİ
Yargıtay’ın terör ve örgütlü suçların temyiz incelemesini yapan 9. Ceza Dairesi’nden bu görev alınarak, Yargıtay’da yeni kurulan 16. Ceza Dairesi’ne verildi. Sizce bunun sebebi ne?
Bence Daire, “Açılım” sürecine ve bazı “dinsel radikal terör örgütlerine” kurban edilmiş olabilir. 9. Ceza Dairesi’nin, KCK’yı, YDG’yi ve YDG-H’yi terör örgütü sayması ve El Kaide, İBDA-C gibi örgütlere karşı 40 yıllık uygulamasını ısrarla sürdürmesi belli çevreleri rahatsız etmiş olabilir. Sonuçta Yargıtay’ın en köklü dairelerinden birinden söz ediyoruz. Bu birikimin sıfırlanmasından kim nasıl yararlanacak, bunu zamanla göreceğiz hep birlikte. Örgütler her geçen gün kendilerini her yönden geliştirirken, bunlarla mücadelenin hukuki yönünün bu şekilde zaafa uğratılmasını anlamak mümkün değil.
SORUŞTURMAYI KAPATANLAR SADECE KENDİLERİNİ KANDIRIYOR
Yolsuzluk dosyalarının tekrar açılacağına inanıyor musunuz?
Hukuk tekrar işlemeye başladığında dosyalar tekrar açılacaktır. Eğer hukuk tekrar egemen olmazsa diye belki aklınıza bir soru gelebilir. Eğer bu ülkede hukuk hep askıda kalacaksa, o zaman hep birlikte hissemize düşeni çekeceğiz demektir. Deliller adli makamlarca yok edilse bile, internette yer aldığı için yok edilmeleri mümkün değil. Bugün Google’a yazsanız ortaya bir sürü şey çıkıyor. Yani kısaca, bugün delilleri yok edip soruşturmayı kapatanlar sadece kendilerini kandırıyorlar.
AÇIĞA ALINMAM BİR İNTİKAM OPERASYONU
HSYK’da hakkınızda kaç soruşturma var? Ne ile ilgili?
Hakkımda çok soruşturma olduğunu, bu sebeple açığa alındığımı öğrendim ama, bana yazılan dört satırlık bir HSYK yazısında, dosyamın HSYK 3. Dairesi’nden, 2. Daire’ye (Erdoğan’ın avukatı Ali Özkaya’nın kardeşi Muharrem Özkaya’nın çalıştığı daire) gelmediği, dosyayı kendilerinin de görmediği, sadece tedbiren açığa alındığım belirtiliyordu.
BİR YIL ÇALIŞIP BİRKAÇ BAHANE ÜRETTİLER
Önce Bakırköy Adliyesi’nde Başsavcı vekili sıfatıyla görevlendirildiniz; bilahare Bolu’ya savcı olarak atandınız. Ve nihayet açığa alındınız... Sebebini gerçekten bilmiyor musunuz?
Aslında neden açığa alındığımı herkes biliyor. 17 Aralık yolsuzluk operasyonundan ve bu operasyondaki rolümden dolayı açığa alındım. Bu bir intikam operasyonu. Bunun için, bir yıl çalışarak, birkaç tane bahane üretebildiler. Burada beni üzen, hâkim ve savcıların huzur içinde mesleklerini icra etmeleri için uygun ortamı hazırlaması, bu konuda Yürütme Organı’na karşı mücadele etmesi gereken HSYK’nın, Yürütme’nin istekleri doğrultusunda hareket etmesi ve hukuksuz bir biçimde beni ve diğer savcıları açığa almasıdır.
BU HUSUS TAM BİR KOMEDİ
Tam olarak hangi nedenlerden dolayı açığa alındığımı bilmiyorum çünkü savunmam alınmadı. Zaten beni açığa alan HSYK 2. Dairesi’nin elinde de, soruşturma dosyasının olmadığını daha sonra öğrendim. Yani onlar da, ellerinde dosya olmadan, dosyamı incelemeden beni açığa aldılar. Açığa alınma gerekçesi, soruşturmayı etkilememek. Oysa 17 Aralık’tan hemen sonra, Bakırköy Adliyesi’ne, oradan da Bolu’ya tayin edildim. Bolu’da görev yapan bir savcı, İstanbul’daki soruşturmayı nasıl etkileyecek? Bu husus tam bir komedi! Üstelik 17 Aralık’tan tam bir yıl sonra 30 Aralık 2014 tarihinde açığa alındım. Sadece açığa alınma tarihim bile bunun bir intikam almak olduğunu gösteriyor.
TÜRK HUKUK TARİHİNE KARA BİR LEKE OLARAK GEÇECEK
Bir yıl, hakkımdaki bütün her şeyi didik didik soruşturan müfettişlerin ancak zorlama ile buldukları hukuki olmayan gülünç nedenlerle açığa alınmam, Türk hukuk tarihine kara lekelerden biri olarak geçecektir. Türkiye’ de güç odaklarının/hâkim güçlerin suçlarını ortaya çıkaracak bir soruşturmayı yürütmek isteyen savcılar ciddi bedelleri göze almak zorundadırlar.
Örneğin savcı Doğan Öz, ilk kez derin devlet soruşturması başlatıp, bu konuda dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e hazırlayıp sunduğu iki sayfalık rapordan 2 ay sonra, hunharca katledilmişti. Rahmetli savcı Sacit Kayasu, seneler öncesinde, 12 Eylül darbesini yapan kişilere karşı iddianame hazırladığı için hakkında soruşturma açılıp meslekten ihraç edilmiş, iddianamesi işleme dahi konulamamış ve avukatlık hakkı da elinden alınmıştı. Yaptığı hukuk mücadelesi senelere mal olmuş, nihayetinde AİHM’den aldığı karar ile avukatlık mesleğine dönmesinin yolu açılmıştı. Allah rahmet eylesin yakında vefat etti. Yine Ferhat Sarıkaya da o güne kadar dokunulamayan, dokunulması dahi düşünülemeyen kişilere hazırladığı bir iddianamede yalnızca değinmesi sebebiyle meslekten ihraç edilmişti. Şu anda da durum bundan farklı değil.
“Andıç hazırlama talimatı Başbuğ’dan”
İnternet Andıcı soruşturması sırasında bütün komutanlar, söz konusu belgenin İlker Başbuğ’un talimatıyla hazırlandığını söylediler. İnternet Andıcı’nda, Bilgi Destek Dairesi’nde (Psikolojik Harekât Dairesi) görev yapan subayların üzerine 4 yeni internet sitesi açılması öngörülüyordu. Bunların kara propaganda sitesi olarak faaliyet gösterecekleri değerlendirildi
AZİZ BEY'E HAKKINDAKİ SORUŞTURMAYI HABER VERSEYDİM SUÇ İŞLEMİŞ OLURDUM
Şike dosyasının da savcısı sizdiniz. Aziz Yıldırım ile dostane ilişkileriniz vardı. Buna rağmen, teknik takibi gizli olarak yürüttünüz. Bu, dostluğa sığar mı?
Aziz Yıldırım’la geçmişte, isteği üzerine odama geldiğinde tanışmıştık. Fenerbahçe Yönetim Kurulu’nda hukukçu kökenli olan kişilerle, özel yetkili mahkemelerde çalışan hâkim ve savcılardan, sınıf arkadaşı olup tanışanlar vardı. Bu vesileyle birkaç maç yapmıştık, birkaç yemek yemiştik.
KONGREDE YILDIRIM’A RAKİP ADAYI ÇIKARAN İNCELENİRSE ANLAŞILIR
Aziz Beye, hakkındaki soruşturmayı haber verseydim suç işlemiş olurdum. Yolsuzluk operasyonunu 24 saat içinde durdurup hukuku askıya alma gücüne sahip olanlar, isteselerdi, Şike operasyonuna da engel olmazlar mıydı? Demek ki hukuki delillerle başlayan bu soruşturmada, siyasi destek de vardı sonucu çıkıyor. Fenerbahçe Kulübü’nde yapılan en son kongrede, Aziz Yıldırım’a karşı aday çıkarılması konusu ve bunu kimlerin desteklediği bir bütün halinde incelenirse, mesele daha iyi anlaşılabilir.
Şike davası tamamen hukuki saiklerle başlamış bir davadır. Zaten dosyadaki delilleri bilen herkes bunu söylüyor. Ama 17 Aralık’tan sonra oluşturulan paralel yapı rüzgârından bu davada yargılananlar da yararlandı ve dosya tekrar ele alındı.
17 ARALIK'TAN SONRA TEHDİDİN BOYUTU DEĞİŞTİ
Tehdit alıyor musunuz? Korkuyor musunuz?
Yaptığım çeşitli soruşturmalardan dolayı sayısız tehdit aldım. Yanlış hatırlamıyorsam, beni tehdit eden bir kişi tutuklanmıştı. Ama 17 Aralık’tan sonra, bunların boyutu ve şekli değişti. Artık daha çok miting meydanlarında, basın önünde, gazete manşetlerinde alenen tehdit ediliyorum; ne yazık ki bu suçlar şu anda etkin bir şekilde soruşturulmuyor, çünkü hukuk devleti özelliği maalesef askıda.
KORKSAYDIM YOLSUZLUK SAVCISI OLMAZDIM
Korkmadığımı, 17 Aralık’tan hemen sonra yaptığım basın açıklamasında dile getirmiştim. Korkacak olsaydım, bu mesleği seçmezdim. Korksaydım 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında görev yapmazdım. Yolsuzluk, hırsızlık failleri, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenler, suçlu olmadığını bildiği halde insanlara zulmedenler ve kamuoyunun önünde yüzleri hiç kızarmadan yalan söyleyenler, ülkeyi hukuksuzluğa ve topyekûn felâkete götürenler korksunlar. Çünkü gerçekler er ya da geç ortaya çıkar.
YAPTIKLARIMDAN PİŞMAN DEĞİLİM, ÇOK HUZURLUYUM
Pişman mısınız?
Kesinlikle hayır. Yaptıklarımdan pişman değilim. O tarihten sonra hakkımda Yürütme Organı’nın emrinde hareket eden medya organlarında linç kampanyaları yürütülüyor; miting meydanlarında tehdit ediliyor ve kalabalığa yuhalatılıyorum. Ama kesinlikle yaptığımın doğru olduğuna inanıyorum. Ailemin, annemin babamın çocuklarımın ve hatta milletimin gözünde ben yolsuzluğa, hırsızlığa göz yummayan, milletin hakkını hukukunu koruyan birisiyim. Evimde kahraman muamelesi görüyorum. Neden pişman olayım? O nedenle çok huzurluyum. Bence milletin verdiği yetkiyi, kendileri, aile çevreleri ve yakınları için yolsuzluk amacıyla kullananlar pişman olmalı, utanmalı ve tarih huzurunda milletten özür dilemeli. En azından ben bir seçmen olarak bunu bekliyorum. Eğer benden istenenleri yerine getirseydim, nerelerde olabileceğimi düşünün; şu anda ise maruz kaldığım muamelelere bakın. Ama her halükârda vicdanım rahattır.
DOĞAN ÖZ CİNAYETİ
Derin devlet yapılanmasını ilk Derin devlet yapılanmasını ilk defa ortaya çıkaran ve Ecevit’e bir rapor sunan savcı Doğan Öz, 1978’de kontrgerillanın taşeron olarak kullandığı söylenilen İbrahim Çiftçi tarafından öldürüldü. Öz, kontrgerillaya dava açma hazırlığındaydı. Bu soruşturma hakkında bir ön rapor hazırlamıştı. Raporda şöyle deniliyordu: “Şiddet olayları, anarşik eylemler olarak nitelendirilebilecek kadar basit değildir. Amaç demokrasi umudunu yok etmek, onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurlarıyla yürürlüğe koymaktır. Bu sonuca ulaşmada, CIA, kontrgerilla gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi vardır. Bu örgütler, devlet aygıtını kendi amaçlarına uygun şekile dönüştürerek, demokrasi düşmanı akımları iktidar yapmayı öngörmüşlerdir.”
İbrahim Çiftçi’yi yerel Askeri Mahkeme mahkûm etti, ama, Askeri Yargıtay bu kararı 4 defa bozdu. Sonunda, Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nun kararı bağlayıcı olduğundan, yerel mahkeme Çiftçi’yi beraat ettirmek zorunda kaldı. Bu kararda aynen şöyle deniliyordu: “İbrahim Çiftçi’nin Doğan Öz’ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüş ise de, Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararı gereğince bozma ilâmına uyularak, hukuki zorunluluk sebebiyle İbrahim Çiftçi’nin beraatine hükmedilmiştir.”
Röportaj- Nazlı ILICAK- BUGÜN GAZETESİ