Samanyoluhaber.com yazarı Faruk Mercan 'Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret' notlarını paylaştı
FARUK MERCAN
Geçtiğimiz hafta sonu aralarında birkaç profesörün de olduğu bir heyet Hocaefendi’nin bulunduğu salona giriyor. Onlarla sohbetinde Hocaefendi, “Hepinizi çok canlı, dipdiri gördüm” diyor. Ve ardından her zamanki mahviyet ve tevazuu ile sözlerine şöyle devam ediyor: “Ben hariç…”
Hocaefendi’nin üslubunu bilenler, bu son cümlenin ayrı bir mana taşıdığını hemen görürler. Bu ifade ile Hocaefendi ümitsizlik içinde olanlara, hayat emaresi göstermeyenlere hitap ediyor aslında… Belki de bu ruh haletinde bir sima gördü ve onun şahsında hepimize, “Biz ilk günden beri bir ümit cemaatiyiz. Ye’se (ümitsizliğe) kapımız sürmelidir” mesajını vermek istedi.
Bu ağır musibet döneminin en başından beri Fethullah Gülen Hocaefendi’ye yaptığım ziyaretlerde şu iki hususa özellikle şahit oldum. Hocaefendi, bu musibete hep “kadere rıza göstermek” istikametinde baktı ve daha evvelki hizmet temposu nasılsa o şekilde programlarına devam etti. Türkiye’de Hizmet insanlarının yaşadıkları eziyetlerin ağır yükü altında sağlığı bozulmasına rağmen…
Profesör Suat Yıldırım’ın çok güzel bir ifadesi ile Hocaefendi hayatı boyunca, meyvesini devşirmeyeceği ağacı dikmeyi göze almış bir bahçıvan gibi sabır ve tevekkül ile hareket etti. Kırk üç sene önce, Türkiye yine bir kaos içinde iken Hocaefendi “Sızıntı” dergisine yazdığı “Ümit” başlıklı başyazıda şöyle diyor:
“Ümit her şeyden evvel bir inanç işidir. İnanan bir insan ümitlidir ve ümidi de inancı nispetindedir… Ümit, azim ve kararlılık; iman dolu bir kalbe girince beşeri normaller aşılmış olur… Ümit insanın kendi ruhunu keşfetmesi ve ondaki iktidarı sezmesinden ibarettir… Iman ve ümidin dasitani (destansı) bir hal alması vardır ki, inancın derecesine göre, onu elde eden kainata meydan okuyabilir elli bin defa çarkı/düzeni bozulsa sarsılmadan yoluna devam eder, yoklukta varlık cilvesi gösterip ölü ruhlara can olur… Hevesle yola çıkıp hevalarına göre aradıklarını bulamayınca ya ümitsizliğe düşmüş veya Yaradan’la cedelleşmeye girişmiş olanlara gelince, onlar bizden biz onlardan fersah fersah uzak bulunmaktayız… Bin bir ümit tomurcuğunun tebessüm ettiği ve bin bir tohumun toprağın altında kara düşecek cemreyi beklediği şu günlerde, ümitten mahrum gönüllere ümit dileklerimizle…”
Hocaefendi’nin Sızıntı başyazılarını ihtiva eden eserlerin birincisi olan “Çağ ve Nesil” kitabı işte bu “Ümit” yazısı ile başlar. Sanki günümüzü anlatmak üzere yazılmış bir yazı gibi... Demek ki müminin ümidi inancından, Allah’a olan itimadından geliyor. Nitekim bu cuma günü yaptığımız ziyarette Hocaefendi’nin ağzından dökülen şu ifadeleri not almışım: “Allah’a güven, sa’ye sarıl, hikmete ram ol…” Sa’ye sarılmak; gayret etmek, çalışmak demek… Hikmete ram olmak ise Allah’ın hakkımızdaki takdirine rıza göstermek. Esasında bu ifadeye Müslümanlığın özü olarak da bakabiliriz.
Büyük tefsir alimi Taberi’nin dört cilt olarak yayınlan bir tarih eseri var. Bu eserinde Hazret-i Adem’den itibaren kendi zamanına kadar peygamberlerin ve insanlığın tarihini anlatıyor. Bu esere göre şeytan ibadetlerinden dolayı yedinci kat göğe kadar çıkarıldı ve bu meziyetinden dolayı 3 bin sene cennetin muhafızı idi. Hatta Hazret-i Âdem “yeryüzünün halifesi” olarak yaratılmadan önce yeryüzünün padişahı şeytandı.
Ama ne zaman ki şeytan insanoğluna yeryüzü halifeliği makamı verilmesini kabul etmeyerek Allah’a isyan etti, o zaman “Umutsuz” manasına gelen “İblis” adını aldı. Nitekim Kur’an-ı Kerim şeytanı anlatırken onun “Allah’ın rahmetinden umutsuz hale geldiğini” ifade ediyor. Kur’an-ı Kerim’de 11 defa “İblis” kelimesi geçiyor.
Demek ki şeytanın iki cezası; isminin İblis olarak değiştirilmesi ve Allah’ın rahmetinden ümidini kesmesi (kovulması) oldu. Çünkü; Allah’ın kendisi hakkındaki takdirine rıza göstermedi, Hazret-i Adem’in yeryüzü halifeliği makamını içine sindiremedi.
Taberi Tarihi’ne göre, Hazret-i Adem’den Hazret-i Musa zamanına kadar yaklaşık 4 bin sene geçmiş. Hazret-i Adem’den Peygamber Efendimiz’e kadar gecen zaman ise yaklaşık 6 bin sene… Demek ki insanoğlunun yeryüzündeki serüveni yaklaşık 7 bin 500 senedir devam ediyor. Bu aynı zamanda iman yolu ile şeytan yolunun mücadelesi…
Iman yolu ümidi ve iyiliği temsil ediyor. Şeytan yolu ise ümitsizliği ve kötülüğü… Evet ümitten hep iyilikler doğar. Ümitsizlik ise insani felç eder, çoğu zaman da kötülük yapmaya sevk eder.
Bediüzzaman, en ufak bir şafak emaresi olmayan o karanlık günlerde “Şu istikbal inkilabatı içinde en hakiki ve gür sada İslam’ın sadası olacaktır” diyordu. Hapishaneler, sürgünler, zehirlenmeler onu hiçbir zaman bu çizgisini değiştirmedi. Ve gün geldi, Riasle-i Nur eserleri bütün Türkiye’ye ve dünyaya yayıldı.
Hocaefendi, hayatının her aşamasında hep bu ümidi seslendirdi, hep bu ümitle yaşadı. En zor zamanlarda hep sahabenin yaşadığı sıkıntıları hatıra getirdi. “Ahirette onlarla beraber olmak için, onların yolunda olmak gerek” dedi. Hususiyle son dönemdeki hadiseleri kastederek “Kerbela’dan öte acılara maruz kaldım, evet çok tahammül fersa şeyler, fakat Cenab-ı Hakk sabr-ı cemil ihsan ediyor’ diyerek yüreğindeki acıların ağırlığını ifade etti.
Hocaefendi şöyle diyor: “İnanan insan ne ihsanlarla şımarır ne de mahrumiyetlerle sarsılır. Nimet ile nikmeti (cezayı), kahır ile lütfu bir tutar, bir görür. Başkalarının şımarıp küstahlaştığı, karamsarlaşıp yeisle inlediği anlarda o, çölde gül bitirmesini, kamıştan şeker çıkarmasını bilir ve kaybetme kuşağında dahi sürekli kazanır… Bediüzzaman felsefesi ile yaşar, hiç ye’se, ümitsizliğe düşmez. Bediüzzaman’ın dediği gibi yeis maniyi her kemaldir, ilerlemeye manidir.”
“İnsana nezaret eden 300 küsur melek, onun Cenab-ı Hakk’a kurbiyetini temine çalışırken etrafını çevrelemiş habis ruhlar da onu Allah’tan uzaklaştırıp şeytana dost yapmaya gayret ederler. Zira insanda her iki tarafa da cevap verecek merkezler vardır. Latife-i Rabbaniye meleklerle kontak kurarken, nefis de şeytanla irtibat halindedir. Ve bu iki merkezin daima birbiriyle çatışması söz konusudur. Nefis, asıl yapısı itibariyle kudretlidir, karanlıktır. Ancak belli temrinlerle onu zapt-u rapt altına almak ve onda meleki duygular halinde gedikler açmak da mümkündür. Efendimiz’in ‘Şeytanım bana teslim oldu’ ifadesini böyle anlamak gerekir. Bediüzzaman ve emsali büyüklerin nefsin teslimiyetinden bahsetmelerini de böyle değerlendirmek muvafık olsa gerek…”
Ben şahsen Fethullah Gülen Hocaefendi’nin mekânına yaptığım her ziyaretten sonra, ümit burcuna bir adım daha yaklaşıyorum. Hepimiz insanız, “gel-git”ler yaşıyoruz. Ama bir şey var. Bizler böyle bir kutsi dairenin içinde bulunma nimeti ile serfiraz kılınmışız.
Bazı kardeşlerimiz ve arkadaşlarımız bu imtihan devresini çok ağır yaşadılar ve hala yaşamaya devam ediyorlar. Geçenlerde bu kahramanlardan biri ile konuştum. “Çektiğimiz sıkıntıların bize Allah’ın lütufları olarak geriye döneceğine inanıyoruz” dedi.
İşte iman ve ümidin sesi… Nikmetteki nimeti, sıkıntının ardındaki lütfu görebilmek… Bütün ıstırabımız ve duamız bu kahramanlar için… Biz onlara arkadaş olmak, ahirette onlarla haşrolmak istiyoruz.