Erdoğan 'büyük oyunun' neresinde?

Samanyoluhaber.com yazarlarından Arif Asalıoğlu, Rusya-Türkiye ilişkilerini masaya yatırdı. İki ülke arasındaki ilişkilerin her geçen gün gerilediğine dikkat çeken Asalıoğlu yazısını "Erdoğan “büyük oyunun neresinde?" başlığıyla kaleme aldı.
2002 yılında Türkiye’de iktidara gelen AKP’nin, yakın bölge ülkeleriyle ikili ilişkilerde “sıfır sorun” hedefi ilk etapta olumlu sonuçlar vermiş, dostane adımlar atılmıştı. Aynı şekilde AB’ye üyelik kriterlerinde mesafe alınmış, Türkiye’de çok alanda gelişme ivmesi yakalanmıştı. Rusya ile tarihi sinir uçlarına dokunulmadan, ticaret üzerinden yapılan çalışmalar kültürden turizme pozitif yeni kapılar açmıştı. Fakat ilerleyen yıllarda, Recep Tayyip Erdoğan ve yakın çevresinin yolsuzluk, rüşvet, kaçakçılık ve küresel mafya işlerine girmesi bütün bu olumlu gelişmeleri boşa çıkardı. Yakın bölge ülkeleriyle ilişkiler “sırf sorunlu” şekle dönüştü. AB kriterlerinde temel insan hakları, adaletsizlikler ve kanunsuz uygulamalarda başa dönüldü. Hatta cumhuriyet tarihinde hiç yaşanmamış ihlaller yapıldı/yapılıyor. Ülke ekonomisi ve sağlık, eğitim, bürokrasi hiç olmadığı kadar yara aldı.

Rusya ile ilişkilerde benzer durumlar yaşanıyor. 2013 büyük yolsuzluk olayları ve 15 Temmuz sonrası Batı’nın marjinal derin yapılarının kanatları altına sığınan Erdoğan’ın, Rusya’nın sinir uçlarına dokunmaya başladığını görüyoruz. Son 5-6 yıl Erdoğan-Putin yüz yüze görüşmesinin Kremlin tarafından onaylanmamasını bir tepki olarak örnek verebiliriz. Elbetteki iki lider arasında randevusuz telefonlaşmalar ya da uluslararası zirvelerde bir araya gelmeler oldu. Ancak bunlar, mevcut pozisyonları kurtarmak ve artık kaçınılmaz aşamaya gelmiş sorunları konuşmak için günü kurtarma buluşmalarından ibaret. Erdoğan, Putin’i seçimlerden önce davet etti. Hem deprem bölgesini birlikte ziyaret etmek hem de Akkuyu ile ilgili bir tören yapmak istedi. Putin kabul etmedi. Erdoğan seçimi kazandıktan sonra belki de muzaffer olmasından hareketle Putin’le görüşmesine dair tarih verdi. ‘Ağustos’ta tahıl koridorunu görüşeceğiz’ diye de ilave etti. Fakat bu zirve gerçekleşmedi.

Malzeme edilen devlet kurumları parti aparatına dönüştü

Batının marjinal grupları destekli, farklı bir strateji ile Kafkasya ve Orta Asya’da, ağırlığını hissettirmek isteyen Ankara’nın attığı bazı adımlar mevcut şekliyle riskler barındırıyor. Malzeme edilen devlet kurumları tamamen parti aparatına dönüştürülürken aynı zamanda Rusya ile karşı karşıya gelme ihtimalini doğuruyor. Türki millet ve cumhuriyetlerle klasik manadaki iletişim yerine, AKP’nin yada Ankara’nın Siyasal İslam ve milliyetçi refleksleri “pan-Türkist” ve “pan-Islamist” bir sonuç doğuruyor. Ankara, Türkiye'nin nüfuz alanını genişletmekle elbetteki çok ilgileniyor. Ama kardeş olan Türk halklarının yaşadığı Orta Asya ve Kafkasya’da ağırlıklı olarak etnik söylem ve dini motifler Diyanet ve TIKA gibi kurumlar üzerinden ön plana çıkıyor. Bunun yanında ülke içinde yine aynı milli ve dini bütünlüğün bir parçası olan Kürtler ve Aleviler ise dışlanıyor. Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Ahmet Türk’ün ifadesiyle, Türkiye HTŞ’ye komşuluğu onaylıyor ama bölgenin kadim milleti Kürtleri dışlıyor. 

Ve nedense, Ankara bu refleksi mümkün olduğu kadar Moskova üzerine baskı unsuru gibi düşünüyor. Temelde iki yanlış ortaya çıkıyor. Birincisi Moskova’nın Siyasal İslam ve milliyetçi reflekslerlerden rahatsız olması ve “pan-Türkist” ve “pan-Islamist” yaklaşımı kendine zarar kabul etmesi. Sonuç olarak ise ticari ve beşeri ilişkilere olumsuz yansıması. İkincisi ise Türki Cumhuriyetlerde yönetimlerin, bu “siz bilmezsiniz” tarzı yaklaşımlardan rahatsız olması. Azerbaycan dahil Türk imamların artık bölgede istihdam edilememesini buna örnek verebiliriz. 2000’li yılların başlarında Türkiye merkezli Ergenekon, Rusya’ya ve diğer Cumhuriyetlere, bazı iyi niyetli özel teşebbüsleri “pan-Türkist” ve “pan-Islamist” diye gammazlama yaptı. Ancak gelinen gün itibariyle ve özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası anlaşıldı ki “pan-Türkist” ve “pan-Islamist” çalışmaları Türk devleti kendi kurumlarıyla yapıyor ve bunun için kendi vatandaşlarını riske atmak dahil bütün doneleri kullanıyor.

Rusya’da Erdoğan’a karşı büyüyen dip dalga

Rusya Devlet Duması Milletvekili Andrei Lugovoy, Erdoğan’ın Batı destekli Rusya karşıtı tutumunu iki bölümlük bir belgesel ile kayda geçmiş. Kendi YouTube ve Rutube kanallarında yayınladığı dökümantal filimler Rusya’da medya tarafından da ilgi gördü. Lugovoy, SSCB'nin dağılmasının ardından Büyük Britanya ve Türkiye'nin, Rusya'ya baskı yapmak için bir araç olarak pantürkizmi yeniden kullanmaya başladığını anlatıyor. İddiaya göre NATO, istihbarat teşkilatları ve kültürel programlar aracılığıyla Rusya'nın Türkçe konuşan bölgelerinde ayrılıkçılığı destekliyorlar. AKP, devlet aparatlarını kullanarak, bu ideolojileri yalnızca kültürel bağlardan değil, Türk halklarının üstünlüğü fikrini yayma ve Tatarlar, Başkurtlar, Kazaklar ve diğerlerinin yaşadığı ülkelerde ayrılıkçılığı teşvik etme girişiminden kaynaklandığını savunuyor.

Lugovoy, modern Türkiye'nin, Batı desteğini kullanarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun sahip olduğu nüfuzu yeniden ele geçirmek istediğini düşünüyor. AKP’nin dış politikası, Balkanlar'dan Orta Asya'ya kadar Türkçe konuşan bölgelerle giderek daha fazla yakınlaşmayı hedefliyor. Ayrıca, Büyük Britanya da dahil olmak üzere Batılı güçlerin bunun arkasında olduğuna inanıyor. Lugovoy, İngiltere'nin bununla ilgisini şu şekilde anlatıyor: Pantürkizm ile Londra arasındaki bağlantı 19. yüzyıla kadar uzanıyor. O zamanlar İngiltere, Rusya'yı zayıflatmanın yollarını arıyordu, böylece Rusya'nın Asya'daki, özellikle de İran'daki ve Hindistan'a giden yoldaki çıkarlarına müdahale etmesini önleyecekti. 

Bunu başarmak için orduyu değil, fikirleri kullandılar, sözde "yumuşak güç". Tüm Türkleri birleştirme fikrini ilk savunanlardan biri Macar bilgin Arminius Vambery oldu. Yerli halkla özgürce etkileşim kurmak ve mümkün olduğunca çok şey öğrenmek için derviş kılığında Orta Asya'yı dolaştı. Bilgisi ve bağlantıları hızla İngiliz istihbaratının dikkatini çekti. 1889'da Kraliçe Victoria'ya şahsen kendini tanıttı. 2005'te gizliliği kaldırılan belgelere göre, daha sonra İngiliz tacı için çalışmaya başladı. Üst düzey Osmanlı yetkililerine danışmanlık yaparken aynı zamanda Londra'ya istihbarat da aktardı. Türkiye'nin 18 Şubat 1952'de NATO'ya katılmasının ardından "Büyük Turan" fikri yeniden canlandı. Bu kez, Azerbaycanlıları ve Orta Asya halklarını Sovyetler Birliği'nden ayırmayı amaçlayan Sovyetler Birliği'ne karşı mücadelede bir araç haline geldiğini anlatıyor.

Duma Milletvekili Andrei Lugovoy’a göre günümüzde TİKA, Diyanet, Türk Devletleri Örgütü (OTG) ve TÜRKSOY gibi devlet kurumları bu amaç için aparat şekline dönüştü. Çalışmaları NATO yapıları aracılığıyla koordine edildi ve MI6 da dahil olmak üzere İngiliz istihbarat teşkilatları bu projeye doğrudan dahil oldu. Bir adım öncesinde, Eski MİT Başkanı ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de dahil olmak üzere birçok etkili Türk siyasetçi, Exeter gibi İngiliz üniversitelerinde eğitim gördü. Bu üniversite, istihbarat subayları yetiştirmesiyle tanınıyor. Yakın zamanda, bu süreçle ilişkili kilit isimlerden biri, Rusya'yı açıkça eleştiren ve aynı zamanda Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kişisel dostu olan eski MI6 başkanı Richard Moore'dur. Günümüzde yaşananlara ise "Büyük Oyun 2.0" adını veriyor; Rusya'yı zayıflatmaya yönelik eski stratejinin yeni bir versiyonu.

Moskova’nın Erdoğan’a yönelik güven kırılımı

Buna benzer başka bir yayın ise Sibirya bölgesinde, Buryatya’lı bir tarihçi ve siyaset bilimci Alexey Mikhalev tarafından yapıldı. Telegram kanalı "World of Russian Thought"ta yaptığı açıklamada, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin günümüzde, Rusya'ya ciddi bir rakip haline gelebileceğini anlatıyor. Siyaset bilimciye göre Türkiye, Batı desteğinde Avrasya'nın kilit bir gücü olma hedefinde. Türkiye bu çabasında İngiltere'nin desteğine ise çok güveniyor. Türkiye, sözde Türk Devletleri Örgütü (OTG) bünyesinde Türk entegrasyonuna odaklanacak. Türkiye'nin hedefi, Sovyetler Birliği tarafından bir zamanlar kurulan Kafkasya ve Orta Asya'daki altyapı ve sanayinin kontrolünü ele geçirmek. Bu şekliyle de İngiltere’nin bu coğrafyada yolunu açmak.

Alexey Mikhalev tezini destekleyen örneklere de şunları sıralıyor: İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron'ın 2024'teki Orta Asya ziyaretinin hedeflerine bakalım. Odak noktası altyapı, enerji, yeşil dönüşüm ve nadir toprak metalleriydi. 2025'te Birleşik Krallık Parlamentosu'nda Orta Asya Tüm Partiler Parlamento Grubu (APPG) kuruldu. İngiliz Avam Kamarası'nda İşçi Partisi üyesi Pamela Cox, başkanlığa atandı. Bu, Orta Asya'ya doğru köklü bir kaymaya işaret ediyor.

2015 uçak krizi ve 2016 yılında büyükelçi suikasti sonrası, Moskova’nın Erdoğan’a yönelik güven kırılımı, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin ziyaretinde iki beklenmedik olay ile gerçekleşti. Azov taburu savaşçıları iade edildi ve SİHA üretimi konusunda savunma anlaşması yapıldı. Rus tarafı, o savaşçıların tesliminden habersiz olduklarını açıkladı. Silah temini konusunda olabildiğince ölçülü tepki verdi fakat yine de devlet medyasında ‘PKK’ya silah verelim’ diyen yorumlar çıktı. Erdoğan’ın NATO Zirvesi sonrası “2025 yılında Rusya buraları terk edecektir, Aliyev de bunu yakından takip ediyor” demesine Rusya Dışişleri ‘üçüncü ülkeler dikkatli olsun’ yanıtını verdi. Sonuç olarak, Ankara eski Sovyet cumhuriyetlerine Siyasi İslam ihracatı yapmaya çalışırken ve aynı zamanda aile şirketleri Ukrayna, Libya vb başka sıcak noktalara İHA ve silah ticareti yapıyor. Batının siparişleri üzerine, AKP eliyle, ‘Yeni Osmanlıcılık’, yada ‘İslam Birliği’ veya ‘Hilafet’ kavramları pekişirken Ankara, Orta Asya ve Kafkasya propagandasını iç politikada malzeme yapıyor. Diğer taraftan, Dünya Ticaret Örgütü verilerine göre, Türkiye-Orta Asya ticaret hacmi, Rusya, Çin ve AB’nin çok gerisinde kalıyor.
13 Ekim 2025 10:43
DİĞER HABERLER