[Harun Tokak] Deryada Yangın Var

Samanyoluhaber.com yazarı Harun Tokak'ın Pazar yazısı: Deryada Yangın Var


Yeni sürülmüş bir tarla gibi buram buram, sımsıcak toprak kokan bir sonbahar akşamında yine yollardayız. Biz mi yoları yürüyoruz yollar mı bizim içimizden geçiyor, belli değil.
Yavas¸ yavas¸ esen rüzgârın her dokunuşunda biraz daha sararan ve yorgun yorgun dökülen yapraklar sarının en güzel tonları ile ilmek ilmek hazan halısı dokuyor.
Sonbahar, her sonun bağrında bir başlangıç, her başlangıcın da bir son barındırdığını anlatıyor bize.
Yarım kalmış hikayeleri tamamlayan hikayeler gibi...
Sonbahar rüzgarları bizi İsa adında bir önden giden atlının evine taşıyor. 
İsa Öğretmen kendisini tanıtırken, “Ben Hocaefendi’nin takkesinden ilk kura çekenlerdenim.” diyor. 
Tarihin seyrini değiştiren ilk muhacirler gibi ilklerden olmanın, insanı ayrıcalıklı kıldığının farkında. Yüreğinde, yüzünde, gözlerinde aynı heyecan, aynı aşk, aynı sevda… Ömrü soğuk ülkelerde geçmiş ama yüreğindeki yangın, bütün dünyayı aydınlatacak kadar güçlü.

Beşinci Kat’taki takke kurası Önden Giden Atlıların ilk yol ayrımıdır.
Ne zaman 1993 yazındaki Yamanlar Koleji’nin Beşinci Kat’ındaki bu takke kurasını hatırlasam Çağrı filmindeki o müthiş sahne gelir hatırıma. 
Üç atlı, uçsuz bucaksız çölde doludizgin, yana yana, uzun süre gittikten sonra nihayet bir yol ayrımında birbirlerine el sallayarak ayrılıyorlar. Biri Bizans’a, biri Sasani’ye, diğeri de Mısır’a doğru rüzgâr gibi uçuyor.
1991’in son günlerinde “Okul Adam” Hacı Kemal ve Sadettin Başer ağabeyler bilmedikleri, tanımadıkları Orta Asya bozkırlarına açılıyorlar. Bir asır süren uzun ve karanlık bir gecenin, bağrında biriktirdiği hayaletlerden korkan bozkırlara şafak ferahlığı gibi doğuyorlar. Yıllarca yağan sağanaklar, sert esen fırtınalar hırpalamıştır Asya’yı. Ölen kış, son tipilerini savurmaktadır. Bir bahar rüzgârı gibi koşturuyorlar Asya’nın ay ışığı vurmuş bozkırlarında. Oralardaki devlet erkânıyla görüşerek okulların açılması için protokoller, antlaşmalar imzalayarak, bu büyük hizmetin Asya bozkırlarında yeşermesine zemin hazırlıyorlar. Çoğu insan, bu genç delikanlının ve beyaz sakallı ihtiyarın karda-kışta, Orta Asya steplerinde niçin canhıraş koşturduğunu belki anlamaz ama onlar ne yaptıklarını biliyorlardır.

Bir tarafta Hacı Kemal ve Sadettin Başer, ülkelerin milli eğitim bakanları ile okul açma protokolleri imzalarken diğer tarafta Hizmet hareketinin efsanevi eğitimcilerinden Said Aksoy, Yamanlar Koleji’nde öğretmenleri yurt dışına göndermek için hazırlamaktadır.

 Eğitim İngilizce tedrisatla yapılacağı için matematik, fizik ve kimya derslerini anlatacak 62 öğretmen adayı iki aylık kursa tabi tutuluyor. Sonunda bir jüri heyeti bu öğretmenleri imtihan ediyor.  61’i kazanıyor, birisi kaybediyor. Kaybeden öğretmen adayı, “Ne olur beni bu hicret şerefinden mahrum etmeyin. Beni bu arkadaşlarımın birisinin okuluna kapıcı yapın!” diyor. O da stajyer öğretmen olarak sevindiriliyor.
Yurt dışı kapılarının açıldığını duyan 500 kadar lise mezunu genç Yamanlar Koleji’ne akın ediyor. Belletmen olarak yurt dışındaki okullarda görev alabileceklerini söylüyorlar. Onların arasından da 450 öğrenci okullara belletmen olarak seçiliyor. Asya’nın gönül fatihleri artık hizmete hazırdır. Bütün öğretmenler, belletmenler Yamanlar Koleji’nin Beşinci Kat’ındaki büyük salonda toplanıyorlar. Biraz sonra Hocafendi gelecek ve kura çekilecektir.
İsa Öğretmen; “Uhud’un en çetin anında bir kayanın dibine çekilip de karşılıklı dua eden Abdullah bin Cahş’la Sa'd bin Ebi Vakkas gibi salonun bir kenarına çekildik karşılıklı Sadık’la birbirimize dua ettik.” Diyor. 
Hicret yolunun Uhud gibi çetin olduğunun farkındaydık. “Allah’ım ne olur, bizi mahcup etme, başarılı kıl, gittiğimiz ülkelerin insanlarını sevdir” 
Ben, “Allah’ım! Ne olur benim tayinim Kazakistan’a olmasın da nereye olursa olsun.” Dedim.
Aynı evde kaldığım Kazak öğrenciler bana çok çektirdikleri için orada imtihanının ağır olacağını düşündüm. Sadık’ın da soğukla arası yoktu.  Onun duası da Sibirya içindi. “Allah’ım! Benim tayinim Yakutistan’a çıkmasın da nereye olursa olsun!” dedi.
Ben de “âmin” dedim.

Biraz sonra Hocafendi salona giriyor. Her zamanki koltuğunda oturuyor. Yüzü bir ışık manzumesi. Mazlum milletlere bir şafak parıltısı olacak olan öğretmenlere, belletmenlere uzun uzun dua ediyor. Önden Giden Atlılar, gökten yere düşmüş melekler topluluğu gibidir. Alınları pırıl pırıldır...
Hocaefendi salondaki gençleri önce uzun uzun süzüyor;
“Şimdi sizden bazılarının içinden ‘Şurası olmasa da burası olsa. Şuraya gitmesem…’ gibi şeyler geçebilir ama asıl hicret, hizmet edeceğin yere gitmektir. Muhacir gittiği yerden dönmeyi de hiç düşünmemelidir. Allah’ın istihdamına razı olmalıdır.” Diyor.
Sadık, İsa’ya fısıldıyor, “Geliyor gelmekte olan, hazır ol!” 
Hocaefendi, takkenin içinden ilk kâğıdı eliyle alıyor ve açıyor. Gözlerini İsa Öğretmen’e dikiyor. Tatlı bir tebessümle;
“Kazakistan!” diyor.
Elini tekrar takkeye daldırıyor, aldığı kâğıdı açıyor, Sadık’a bakıyor.
“Yakutistan!” diyor.
Sıra Kerim Öğretmen geliyor. Kerim Öğretmen oturduğu yerden usulca doğruluyor, “Hocam benim gideceğim şehrin ismi, gece rüyamda gösterildi, ‘S’ harfi ile başlıyor.” Diyor.
Elinde tuttuğu kâğıdı açıyor Hocaefendi.
“Semerkant!” diyor.
Hocaefendi, Yamanlar Koleji’nin üzerindeki teras katında bu ilk muhacir kadrosuna tarihi konuşmasını gözyaşları içinde yapıyor.
“Asya bizim sevdamızdır. On üç yaşımdan beri hep Asya’yı hayal ettim. Onu o kadar çok düşündüm ki Allah’ın izniyle, zamanla bana açıldı sırrı. Ben durumu Efendimiz’in (s.a.v) bir müjdesi ve emri olarak algılıyorum. Küçük Asya bir yönüyle büyük Asya’ya medyundur. Zira büyük Asya onu besleyip büyütmüş ve Anadolu’ya askerliğe göndermiştir. Yıllar önce, Ahmet Yesevî’nin, Şah-ı Nakşibendî’nin talebeleri nasıl Anadolu’ya koşmuşlarsa şimdi de Anadolu’nun bereketli topraklarından kopan sizler, Büyük Asya topraklarına doğru koşmalısınız… Tarihî bir vefa borcunu ödeme vaktidir. Duyguda ve düşüncede bizimle aynı değerleri paylaşan insanlarla, yolların bizi getirdiği bu son kader denk noktasında buluşacak, elimizde olan şeyleri onlara verecek ve onlardan maddî manevî hiçbir şey beklemeyeceğiz. Zira biz kardeşlerimizi bulmanın, vefa borcunu ödemenin engin sevincini yaşayacağız. Şimdi gitme vakti. Hicret kapıları yeniden önümüzde açılıyor. Sağdan esen fırtınalar, soldan esen fırtınalar oralarda taş taş üstünde bırakmamış. Gidin ki ırmaklarda gün dönsün. Gidin ki ağlayan gözler gülsün.
Aşık Sümmani’nin dediği gibi derim:
‘Ya Rab gönlümü hoş eyle 
Ya sabır ver ya bağrımı taş eyle
Ya kanat ver ya da kuş eyle 
Tez gitmeliyim, dost ilinde talan var’ 
Bir hakikat dostu şöyle diyor:
‘Tulumbanı al yetiş imdada, yangın var.
Dedim: Zahirde mi âşık?
Dedi: İhfâda yangın var.
Sefine-i kalbime alevli bir kor attın ey dost
Bülend-âvâz ile dersin:
Bakın deryada yangın var!’
Dünyada yangın var, semada yangın var, arzda yangın var. Her yanda yangın var.
İtfaiye memuru gibi koşacak, dünyayı yakan bu yangını siz söndüreceksiniz. Mürüvvetle siz söndüreceksiniz. Şefkatle siz söndüreceksiniz. Kaynayıp taşan acınızla ve köpüren insanlığınızla siz söndüreceksiniz.”
Ve tarihin en büyük eğitim destanlarından biri yazılmaya o gün başlıyor. 
Orta Asya bozkırlarına, Sibirya buzullarına, Moğolistan çöllerine doğru yapılan yolculuğun destanı o gün yazılmaya başlıyor.  
Tulumbasını alan koşuyor;
Sefine-i kalbime alevli bir kor attın ey dost
Bülend-âvâz ile dersin:
Bakın deryada yangın var!’

27 Kasım 2022 13:54
DİĞER HABERLER