Günümüzde, toplumların önemli bir kısmı, haksızlık ve hukuksuzluk karşısında sesini yükseltmekten kaçınmaktadır. Bu sessizlik, genellikle korku ve önyargıların bir sonucudur. Özellikle Türkiye gibi çeşitli kültürel ve etnik yapıların bir arada bulunduğu ülkelerde, farklı kesimlere yapılan haksızlıklara karşı durmak, bireyleri "etiketleme" ve "damgalama" korkusuyla kuşatmaktadır.
Birçok kişi, Kürtlere yönelik haksızlıklara ses çıkarırsa "Kürtçü", hizmet hareketine yapılan zulümlere karşı ses çıkarsa "cemaatçi", seküler birine yapılan haksızlığa itiraz ederse "dinsiz", dindara yapılan haksızlıkta "dinci" olarak damgalanma endişesi taşır. Bu korkular, toplumun adalet duygusunu zayıflatıyor ve bireyleri sessizliğe iterek haksızlıkların devam etmesine zemin hazırlıyor.
Ancak, gerçek medeniyet ve insanlık değerleri, bu korkuların üstesinden gelmeyi gerektirir. İnsanlık, haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı sessiz kalmamalıdır. İnsanın imanı, zalime karşı durması ve hakkı savunmasıyla anlam kazanır. Bu, sadece bireyin değil, aynı zamanda toplumun da en önemli sorumluluğudur.
Toplumların medeniyet seviyesi, korkularıyla yüzleşen ve haklı davaları savunan bireylerin cesaretini gösterme yeteneğiyle ölçülür. Bu yüzden, korkularıyla yüzleşen ve haklı davaları savunan bireyler, toplumun medeniyet yolunda ilerlemesinde kritik bir rol oynarlar.
Hakkı savunmak, bireyleri etiketleme ve damgalama endişelerinden kurtarır, özgürleştirir. Gerçek medeniyet, herkesin haklarını ve haysiyetini koruyabilen bir toplumun inşasını gerektirir. Bu nedenle, herkesin haksızlığa karşı sesini yükseltmesi ve adalet için mücadele etmesi önemlidir. Bu, gerçek anlamda insan olmanın ve medeniyetin temel esasıdır.
Sonuç olarak, toplumsal adalet ve hakkın savunulması, bireylerin korkularıyla yüzleşmesini ve cesurca doğruları savunmasını gerektirir. Herkesin haklarına saygı duyulmalı ve haksızlıklara karşı sessiz kalınmamalıdır. Ancak bu şekilde, gerçek bir medeniyet inşa edilebilir ve insanlık değerleri korunabilir.