Profesör Mumtazer Türköne’yi hastane koridorunda elleri kelepçeli, sırtı duvara dayalı, yanında iki jandarma beklerken gösteren fotoğraf, bu dönemin hoyrat ve acımasız bir tablosu olarak tarihteki yerini alacak…
Mümtazer Türköne, sadece Türkiye’nin yetiştirdiği seçkin bir siyaset bilimci değil, aynı zamanda hayatının her döneminde mağduriyetler yaşamış bir aydın…
Onu ilk defa, 1980’li yılların sonunda bir üniversite öğrencisiyken tanıdım. Türkiye’nin önde gelen aydınlarının buluştuğu “Türkiye Günlüğü” dergisindeki yazılarının cazibesiyle… Sosyalist aydınlardan Mehmet Ali Kılıçbay ile giriştiği fikir düellosu müthişti.
Mümtazer hoca ile yıllar sonra televizyonda program arkadaşı olduk. Samanyolu Haber kanalında “Endaze” programını birlikte yaptık. Kanaltürk TV’de yaptığımız “2x2” programının daimi konuklarından oldu.
12 Eylül 2010 referandumunda Türkiye’yi beraber dolaştık. Bu referandumu demokrasi ve insan hakları yolunda çok önemli görüyordu. Çünkü darbelerin bizzat bir mağduruydu.
Mamak Askeri cezaevinde işkenceyi bizzat yaşamıştı, bu dönemin “kafes” işkencelerinin canlı şahidiydi. Annesi hapishanede ziyaretine gittiğinde, annesinin yanında kendisine saldıran ve işkence yapan subayı anlatıyordu bazı konuşmalarında, bu dönemin en acı tablosu olarak…
“Hapishaneden çıkınca bu subayın peşine düşmeyi ve gerekeni yapmayı uzun uzun düşündüm, sonra değmez diye vazgeçtim” diyordu.
Annesinin gözleri önünde bir hocaya işkence ve bugünkü anneleri bebekleriyle hapseden zihniyet... Ne kadar da birbirlerine benziyorlar…
Ve Mümtazer hoca her iki dönemin de mağduru…
Hem Mümtazer hoca, hem Naci Bostancı, hem Mustafa Şentop Abant Platformunun daimi katılımcılarıydı. Platformun genel sekreterliğini yaptığım dönemde bu toplantıları beraber planlıyorduk.
Bugün Mustafa Şentop Meclis Başkanı, Naci Bostancı AKP Meclis Grubu Başkanı, Mümtazer hoca hapiste…
Tayyip Erdoğan, Mümtazer hocaya da ikbal kapılarını açtı. Partiye davet etti. Mümtazer hoca milletvekili olma teklifini kabul etmedi. Kaymakamlık yapan eşini aday yaptırdı. Ve AK Parti’nin kapatılması davasında, Anayasa Mahkemesi’nde partinin savunmasını şekillendiren isimlerden oldu.
Yılların hocasıydı, ama maddi imkanları sınırlıydı. Bir ara geçimini temin için üniversitede ek dersler verdi. En büyük hayali, İstanbul’a yakın bir bağ evine çekilip yazı ve kitap faaliyetlerini sürdürmekti.
Cemaleddin Afgani uzerinden İslamcılığın tarihini yazan Mümtazer hocanın bana yaptığı en büyük tavsiyelerden biri, Ahmet Cevdet Paşa’nın “Kısas-ı Enbiya” kitabını mutlaka okumamdı. İstanbul’daki kiralık bir oda bir salonlu küçük dairesinde birlikte Boğaz’daki gemileri seyrettiğimiz bir gün, bana İslam tarihinin çok acı iktidar mücadelelerinden bahsetti. Ahmet Cevdet Paşa’nın kitabına bu sebeple çok önem veriyordu. İslam tarihi bir manada alimlerle sultanların mücadelesiydi ve görevinden alınıp gözlerine mil çekilerek kör edilen halifeler vardı. Yüz binlerce insanın ölmesine mal olan ‘Kim halife olacak, kim yönetecek” mücadelesiydi bu…
Onun tavsiyesine uydum ve Ahmet Cevdet Paşa’nın kitabını okudum. İslam tarihinde yaşananları anlamak için muazzam bir eser…
Mümtazer hoca, 15 temmuz komplosunu sezmişti. Bir konuşmamızda, “Kim tevessül ederse etsin, darbe bunlara hayat verecek, bunların ömrünü uzatacak.” diyordu. Yabancı medyadaki darbe ihtimali yazılarına, “Bu Türkiye için çk yanlış olur” diyordu.
Dediği gibi oldu. 15 Temmuz senaryosu, iktidara can simidi oldu, ömürlerini uzattı.
Mümtazer hocanın koğuş arkadaşlarının anlattığı hikayelere hiç şaşırmadım. Koğuş arkadaşlarına moral veren, onlara kitap okutan, kendisi durmadan okuyan ve yazan, “Biz burada dinleniyoruz ki çıkınca bizi bekleyen çok iş var” diyen ve hala ülkenin geleceğini düşünen Mümtazer hoca…
Mümtazer hocanın tek suçu, Prof. Naci Bostancı ve Prof. Mustafa Şentop gibi Erdoğan’a biat etmemesi ve onun halifeliğini kabul etmemesi…
Onun gibi bir siyaset bilimci, Naci Bostancı ve Mustafa Şentop gibi olamazdı. Siyasi ikbal aklından geçmiyordu. O Cemaleddin Afgani’yi yazarken, Ahmed Cevdet Paşa’nın mirası üzerinde düşünürken, “İslam coğrafyası bir daha benzer acılar yaşamasın” sancısını çekiyordu.
Katıldığımız panellerde ve televizyon programlarında bir moderatör ve uzlaşmacıydı. Ama aynı zamanda korkusuz ve cesurdu. “Sözde Askerler” kitabını yazmış bir cesur yürekti.
Bir kaç vesileyle anlattığı “Korkusuz Ahmet” fıkrasını unutamıyorum:
Bir köyde Korkusuz Ahmet diye bir şahıs yaşarmış. Bu zat hiçbir şeyden korkmazmış. Köylüler, korkmak insana mahsus, Korkusuz Ahmet de mutlaka korkar diye bir plan yapmışlar. Korkusuz Ahmet namazlarını köyün camisinde kılarmış ve her akşam camiye giderken mezarlığın içindeki yoldan geçermiş. 20 kadar köylü, onun da korktuğunu ispatlamak için beyaz çarşaflara bürünüp, mezar taşlarının dibine yatmışlar. Tam Korkusuz Ahmet namazdan sonra mezarlığın ortasına geldiğinde, hepsi birden mezar taşlarının dibinden fırlayıp garip seslerle Korkusuz Ahmet’e doğru yürümüşler. Onları görünce, iki adım geri atarak kollarını açıp havaya kaldıran Korkusuz Ahmet onlara şöyle seslenmiş:
“Ey ölüler, benden korkmayın, benden korkmayın, benden size zarar gelmez. Şimdi mezarlarınıza dönün ve rahat rahat uyumaya devam edin…”
Mümtazer Hoca aslında tam anlattığı bu hikayedeki karakter… Korkusuz bir fikir adamı…
Şimdi de acı acı, Türkiye’de adeta mezar taşlarının dibinde yatan beyaz çarşaflara bürünmüş köylüler gibi kendisini korkutmaya çalışan günümüzün sözde İslamcılarına bakıyor…
“Sözde Askerler” diye bir kitabı var Mümtazer hocanın, inşallah günümüzün sözde İslamcılarının da hikayesini yazmayı Allah ona nasip eder.
Allah’tan niyazım, Mümtazer hocanın Hazret-i Yusuf gibi masum girdiği zindandan yine onun gibi selametle çıkması… En büyük arzum da, bir “gurme” olan Mümtazer hocayı yine dünyanın değişik yerlerinden peynirlerle ziyaret edip onun bir tarih hazinesi olan sohbetini dinleme imkanını Allah’ın yeniden lutfetmesi…
Hapisteyken, hem annesi hem de babası vefat etti. Babası emekli bir askerdi. Allah rahmet eylesin. Mümtazer hoca gibi hakikatin gür sesi bir evlatları sayesinde hasenat defterleri açık kalacak inşallah…
Faruk Mercan