Kadıköy iskelesinde günlerce boncuk satmış, yardım toplamışlardı. IŞİD'le girişilen savaşta adeta yerle bir olan Kobani'nin yaralarını saracaklardı.
Aslında sözün bittiği noktadayız ama söylenecek çok şey var. Suruç, Suriye sınırındaki Mürşitpınar'a 10 kilometre uzaklıkta bir ilçe. Suriye'de iç savaşın başladığı 15 Mart 2011'den beri Türkiye'de ismi en çok duyulan yerlerden biri. Kürtlerin Kobanê, Arapların Ayn el-Arap dediği ve 2012'de YPG'nin kontrolüne geçen bu meşhur yerleşim yeri, Suruç'un hemen güneyinde kalıyor. Suriye'deki karışıklık, özellikle de sınır bölgesindeki YPG-IŞİD savaşı sebebiyle Türkiye sınır hattına aylarca yığınak yaptı. On binlerce asker, komando, Bordo Bereli ülkenin değişik noktalarından Suruç'a kaydırıldı. Zırhlı araçlar, Akrepler, top, roket ve füze bataryalarının haddi hesabı yok. Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı personelin yüzde 15'i Suriye sınırında görev yapıyor. Bu da yaklaşık 54 bin askere tekabül ediyor. Polisi, jandarması, MİT'i eklendiğinde Suruç'ta neredeyse adam başına 2 güvenlik görevlisi düşüyor. Peki buna rağmen nasıl oluyor da şehrin göbeğinde canlı bomba saldırısı oluyor?
CEVAP BEKLEYEN SORULAR
Tankıyla topuyla sınıra yığınak yapan devletin, kendi vatandaşını koruyamaması vahim. Reyhanlı saldırısı, Adana ve Mersin'deki HDP bürolarına saldırı, seçimden iki gün önce Diyarbakır'daki HDP mitinginde patlayan bomba… Hepsi planlı, hepsinin faili belli ama hepsi karanlık. Türkiye'de güvenliğin en yoğun olduğu noktalarda bu saldırıların yaşanması MİT başta olmak üzere güvenlik kurumlarını tartışmalı hale getiriyor. Bu teröristler ellerini kollarını sallayarak nasıl ortalıkta dolaşıyor, bombalar patlatılırken istihbarat kurumları ne işle uğraşıyor? Devlet büyüklerinin ‘kuş uçsa haberimiz olur' dediği yerlerden neden istihbarat alınamıyor? Silah dolu TIR'lar yargılansa, aydınlansaydı, Suruç'ta bu katliam yaşanır mıydı? Diyarbakır mitingini kana bulayan saldırganın ilişkileri, uzantıları ortaya çıkarılsa Suruç kana bulanır mıydı, gibi onlarca soru cevap bekliyor.
ÜLKEYİ BATAKLIĞA ÇEKME ÇABASI
Anlaşılan o ki, Suriye'deki savaş adım adım Türkiye'ye taşınıyor. Şam'daki Emevi Camii'nde bayram namazı kılmayı hayal ederken, gençlerimizin cenaze namazında saf tutuyoruz. Fay hatlarımızla oynanıyor. Saldırının sebebiyle ilgili senaryolar muhtelif. Kimilerine göre IŞİD, Kürt güçlerine karşı Rojava'da yaşadığı yenilginin intikamını almaya çalışıyor. Kimileri ise saldırıda asıl hedefin YPG değil, Türkiye olduğunu vurguluyor. Canlı bomba patlatmanın Türkiye'ye yönelik bir tehdit ve gözdağı olduğunu belirtiyorlar. Seçimlerde aday gösterilmeyen eski AKP Diyarbakır Milletvekili Mehmet Galip Ensarioğlu'nun iki hafta önce Aksiyon Dergisi'ne yaptığı açıklamayı da hatırlamakta fayda var. Ensarioğlu, PKK ile Suriye'de çatışan Selefî örgütlerin, çatışmaları Güneydoğu'ya taşımak istediğine dikkat çekiyor. Şu cümleler Ensarioğlu'na ait: “Diyarbakır'da Hüdapar'ın yerel seçimlerde 33 bin olan oyu son seçimde 24 bine düştü. Bu Selefî geleneğine bir kayıştır. Gençler Selefî örgütlerine katılıyor. Bu akım Türkiye'de bundan sonra geniş bir zemin bulabilir. Hizbullah-PKK çatışmasından korkuluyor ama asıl risk Selefî geleneğinin bölgede zemin bulmasıdır. Bunun silahlı bir çatışmaya evrilmesi de mümkün. IŞİD veya El Kaide türevi örgütler, çatışmaları Güneydoğu'ya çekmek istiyor. Böyle bir tehlike var ve bu bir an önce önlenmeli. Net bir şekilde söyleyebilirim, artık farklı bir tehlike var.”
Aslında dikkat etmemiz gereken bir nokta daha var; Türkiye birkaç aydır Suriye'ye müdahale konusunu tartışıyor. Cumhurbaşkanı, hükümet ve Genelkurmay arasındaki tartışmalar, görüş ayrılıkları parça parça da olsa medyaya yansıdı. Ülkeyi yönetenlerin bir kısmı, Halep, Türkmenler veya IŞİD'i gerekçe göstererek Suriye'ye girilmesini istiyor. İddialara göre; asıl amaç Suriye'nin kuzeyinde bir Kürt bölgesi oluşmasını engellemek. Bu açıdan bakınca acaba birileri, IŞİD'e müdahale gerekçesiyle Türkiye'yi bataklığa çekmeye mi çalışıyor, sorusu zihinleri kurcalıyor.
KCK ise Suruç'taki katliamdan birinci derecede, IŞİD'i destekleyip büyütmekle suçladığı AKP hükümetini sorumlu tutuyor. KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, “AKP'nin Kürt düşmanlığı temelinde IŞİD'le kurduğu ilişkiler ve ittifak bu katliamı ortaya çıkarmıştır. Artık Türkiye'de kim IŞİD'li, kim AKP'nin emrindeki istihbarat üyesidir belli değildir.” denildi.
GAZETECİLERE GÖZDAĞI VEREN VALİ
Türkiye'yi yönetenlerin, IŞİD'i hem Ortadoğu politikasında bir siyasi enstrüman olarak kullanmak, hem de bu örgüt eliyle Suriye'nin kuzeyindeki yapılanmanın önünü kesmek gibi bir düşüncesi oldu mu, bilmiyorum. Ama bu yönde işaretler hayli fazla. Havuz medyasının attığı ‘PYD, IŞİD'den daha tehlikeli' başlıklarının mürekkebi daha kurumadı. Hükümetin Ortadoğu politikasının değiştirilmesi gerektiği konusunda 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yaptığı açıklamaları da kayda geçirmek lazım.
Meselenin vahim bir tarafı da şu: Türkiye son 2 yılda büyük bir savrulma yaşadı. Paralel safsatasıyla emniyet teşkilatı adeta darmadağın edildi. Ömrünü terörle mücadeleye, istihbarata adayan uzmanlar tasfiye edildi. Devletin valileri AKP bürokratı haline geldi. MİT, bütün mesaisini parti menfaatine hasretti. AKP muhaliflerini fişlemek, paralel safsatasıyla havuz medyasına yalandan manşetler üretmek kurumun en önemli faaliyetleri haline geldi. Durum böyle olunca halkın can ve mal güvenliği can çekişiyor.
İki cümle de Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük için sarf edelim. Geçtiğimiz ay kendisine, “Buraya gelen insanların can güvenliğinin tehdit altında olduğu ve IŞİD'lilerin olduğu söyleniyor” şeklinde soru soran gazetecileri gözaltına aldıran Küçük, dünkü Suruç saldırısından sonra ne hissetti acaba? Gazetecilere gözdağı vermek yerine tedbir alsaydınız daha doğru olmaz mıydı Sayın Küçük?
Zaman