Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ‘Gülen Hareketinin 40 yılının analizi’ başlıklı raporuna, merkezi Amerika’daki Allience for Shared Values (Ortak Değerler için Birlik, AFSV) kuruluşundan bir açıklama geldi.
Açıklamada Diyanet’in raporunun maksadıyla ilgili şu tespite yer verildi:
‘Muhterem Gülen Hocaefendiye yönelik bu hamle, yeni dönemin dini ve toplumsal krizinde diyanet teşkilatına biçilen rolü göstermektedir. Nitekim, devletin devasa bürokratik ve maddi imkanları sonuna kadar kullanılmasına rağmen Hizmet’in ve Hocaefendi’nin manevi, şahsi, toplumsal ve uluslararası imaj ve kredisi yıkılamadığı için Diyanet Teşkilatı yedek bir lastik gibi devreye sokulmuştur. Başkanlık da sözde akademik bir heyet toplayarak derin devletin ve Erdoğan totaliterizminin şahsi emellerinin oyuncağı olma rolünü yüklenmekten imtina etmemiştir.’
İslam tarihi boyunca din, devlet ve toplum ilişkilerinin seyrini anlatan açıklama, Türkiye’nin son 30 yılında sıklıkla bu mevzunun tartışıldığına vurgu yaptı. Bu açıklamanın sadece Hizmet Hareketi’yle değil diğer dinî cemaatlerle de ilgili olduğu şu sözlerle belirtildi:
‘Başkanlığın, Erdoğan’ın emriyle Hizmet Hareketine ve muhterem Fethullah Gülen Hocaefendiye yönelik başlattığı karalama ve dışlama hamlesi de açıkça göstermektedir ki, bundan sonra Türkiye’deki dini hareketlerin geleceği tehdit altındadır.’
Açıklama Diyanet’e şu teklifle son buluyor:
‘Eğer iddianızda samimi iseniz, buyurun, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin eserlerini hangi esas ve kriterlere göre incelediyseniz aynı esasları kullanarak bir çalışma daha yapın. Bu çalışmanızda, Erdoğan’ın milat kabul ettiği 17/25 Aralık 2013 tarihinden sonraki konuşmalarını aynı kriterlerle inceleyin. Mesela “Rahmetimiz gazabımızı geçmiştir” sözünün akide açısından yerini açıklayın.’
Açıklamanın tam metni:
DİYANET’İN “GÜLEN HAREKETİNİN 40 YILININ ANALİZİ” RAPORU HAKKINDA AÇIKLAMA
İslam tarihinde din-devlet-toplum ilişkileri, devletin toplumu tamamen kontrol altında tutmak için ürettiği aşırı müdahaleci ve totaliter politikaları yüzünden zaman zaman gerginliklere sebep olmuştur. Bu devlet totalitarizmi Ortaçağ boyunca tüm klasik devlet yapılarında çok sık görülen bir politik tutumdur. Modern çağda ulus devletleri, ana omurgasını bireyci ve özgürlükçü bir konsept üzerine kurdu iseler de, yer yer totaliter eğilimler sergilemeyi sürdürmüşlerdir. Özellikle İslam ülkelerinde bu eğilim daha aşikârdır.
Modern Müslüman devletlerin her alanda ciddi özgürlük sorunları vardır. Bunların başında devletin totaliter eğilimini ısrarla sürdürme isteği ve toplumun dini duygularını bu eğilimler doğrultusunda maniple ederek yol açtığı dindarlık krizi gelir. Türkiye son otuz yılda din-devlet-toplum ilişkilerinde pek çok sorunu aşmış bir görüntü sergiledi. Rahmetlik Özal döneminin liberal ve özgürlükçü politikaları, AKP iktidarının ilk yıllarının da gayretli ve ısrarlı tutumuyla birleşince krizin aşılmasında önemli mesafe katedildi. Lakin bu özgürlükçü siyasal tutuma rağmen diyanet işleri meselesi kasıtlı bir biçimde hem bürokratik bir kurum, hem de resmi dini telakki olarak devletin kuruluş amacına uygun bir şekilde, devletin ve siyasal iktidarın manipülasyonuna açık bırakılmıştır.
2010’lardan sonra AKP iktidarı bu kurumu kendi siyasal romantizminin bürokratik bir oyuncağı haline getirmiştir. Öyle ki diyanet işleri başkanlığı kurulduğu tarihten bu yana tek parti dönemi ve askeri yönetim dönemleri dahil hiçbir dönemde bu denli siyasallaşmadı. Diğer bürokratik kurumlar gibi diyanet başkanlığı da dev kadrosuyla Erdoğan iktidarının ve totalitarizminin meşrulaştırıcı bir aracı haline dönüştürüldü.
Bundan sonra Türkiye’de sivil toplum alanında yapılanmış hiçbir dini cemaat güven altında olmayacaktır. Başkanlığın, Erdoğan’ın emriyle Hizmet Hareketine ve muhterem Fethullah Gülen Hocaefendiye yönelik başlattığı karalama ve dışlama hamlesi de açıkça göstermektedir ki, bundan sonra Türkiye’deki dini hareketlerin geleceği tehdit altındadır. Önümüzdeki yıllarda diğer cemaatlere yönelik de bu tarz dışlama ve tehditler sırasıyla gelecektir. Çünkü derin devlet yapıları Türkiye’deki dini cemaatleri bitirme ve imha etme kararı alarak, klasik sarı öküz, siyah öküz taktiği uygulamaya sokmuştur.
Fakat bu taktiği, her gün mantar gibi yeni yeni İslami grupların ve hareketlerin oluştuğu Türkiye toplumunda ancak sözde İslamcı bir parti ve diktatör ruhlu bir despot tarafından uygulamaya koyabilirdi. Henüz tüm sonuçları tezahür etmedi ve uç vermedi ise de Türkiye dindarlığı, AKP iktidarı ve derin devlet eliyle yeniden dizayn edilmektedir. Muhterem Gülen Hocaefendiye yönelik bu hamle, yeni dönemin dini ve toplumsal krizinde diyanet teşkilatına biçilen rolü göstermektedir. Nitekim, devletin devasa bürokratik ve maddi imkanları sonuna kadar kullanılmasına rağmen Hizmet’in ve Hocaefendi’nin manevi, şahsi, toplumsal ve uluslararası imaj ve kredisi yıkılamadığı için Diyanet Teşkilatı yedek bir lastik gibi devreye sokulmuştur. Başkanlık da sözde akademik bir heyet toplayarak derin devletin ve Erdoğan totaliterizminin şahsi emellerinin oyuncağı olma rolünü yüklenmekten imtina etmemiştir.
14 Temmuz 2017 tarihinde Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’in “Gülen Hareketi’nin Kırk Yılının Analizi” başlıklı raporun tamamlandığına dair yaptığı açıklama gösteriyor ki Diyanet Teşkilatı, kendi varlığını manasız kılacak kadar derin bir kurumsal ve dini krizin içine düşmüştür. İnançlı ya da inançsız ama ilmi bilgiyi önemseyen, sağduyu sahibi herkese, Diyanet’in açıklamasında ortaya çıkan din-devlet ilişkilerindeki yozlaşmanın vahametini gösteren bazı hususları hatırlatmak istiyoruz.
Açıklamadan anlaşıldığı üzere, Din İşleri Yüksek Kurulu üyeleri, Hizmet Hareketi’nin temel değerlerinde ya da mensuplarının davranışlarında bir takım yanlışlar, dini açıdan mahzurlu anlayış ve uygulamalar tespit ettiği için böyle bir çalışma başlatmış değildir. Aksine bu çalışma, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Din İşleri Yüksek Kurulu’nu araması ve özel talimatıyla başlatılmıştır.
Erdoğan’ın amacı, açıkça ifade ettiği üzere ilmi ve objektif bir çalışma yaptırmak değil, Hizmet Hareketi’nin DAEŞ gibi tehlikeli bir terör örgütü olduğuna Müslümanları ve tüm dünyayı inandırmaktır. Sanki dünya kamuoyunda DAEŞ’e en büyük desteği kendisinin verdiği bilinmiyormuş gibi!
Zaten Olağanüstü Din Şuralarına davet edilen ülke temsilcilerinden de Hizmet Hareketi hakkında ilmi çalışma istenmemiş, ulaşılması istenen sonuçlar katılımcıların ilmi şahsiyetleri ve onurları hiçe sayılırcasına Erdoğan tarafından madde madde dikte edilmiştir.
Erdoğan bununla da yetinmemiş, İİT 43. Dışişleri Bakanları Konseyi Toplantısında İslam ülkelerine Hizmet Hareketini terör örgütü ilan ettirmek için uğraşmış fakat başaramamıştır. Başarabilmiş olsaydı İslam Şurasına katılanlar açısından Erdoğan’ın istekleri, kendi devletlerinin de desteklediği hususlar haline gelmiş olacaktı.
Ancak Erdoğan tüm çabalarına ve kontrol ettiği devasa maddi ve bürokratik imkanlarla yürüttüğü uluslararası kampanyalara rağmen, kendi itirafıyla ne Hizmet Hareketinin ne de Fethullah Gülen Hocaefendinin şahsiyetiyle ilgili kendisinin en yakın çevresinde bile yeterli bir tehdit algısı uyaramamıştır. Bu yüzden diyanet işleri teşkilatını ve sözde ilim adamlarından oluşmuş bir ilahiyatçı akademisyen heyetini kullanarak bu sahte algı inşasına yeni bir boyut katmak istemektedir. Ne yazık ki diyanet işleri kurumu da, bu sahte ve kasıtlı imha kampanyasına dini bir meşruiyet giydirmek için kollarını sıvadığını bizzat başkanının ağzıyla ifade ve itiraf etmiştir. Diyanet kurumunun düştüğü bu içler acısı durum ve din-devlet-toplum ilişkilerinde yaşadığı ve yaşattığı dini kriz, sağduyu sahibi her ehl-i ilim, iman ve insafı derinden yaralayacak ve üzecektir.
Bu sebeple sözde komisyon mensupları dinin ve hukukun temel prensiplerini esas alarak hatalarını telafi yolları bulmazlarsa, din-devlet ilişkilerinden doğan krizde politik emirlerin, vicdan, iz’an ve ilmi hakikatlerle çatıştığı böyle bir mevzuda İmam Azam’ların, Ahmet b Hanbel’lerin aksine dünyası için dinini satanların örneğini oluşturacaklardır.
Diğer taraftan, böylesi zoraki talep ve direktiflerle oluşturulan sözde ilmi heyetlerin, ne derece bağımsız ilmi ve etik hareket edebileceği her ilim, irfan ve sağduyu sahibinin malumudur. Kes-makasla ve bağlamından kopar mantığı ile yapılan tüm çalışma ve metin inşaları ilme ve insafa değil, yalnızca fitne, zulüm, karalama ve iftira hamlelerine hizmet etmiştir. Diyanet başkanlığı gözetiminde ve denetiminde yürütülen bu sözde ilmi çaba da bundan farklı bir amaca hizmet etmeyecektir.
Son olarak, “sahih bir İslam anlayışına sahip, dindar nesiller yetiştirmek” iddiasındaki Erdoğan’a ve Diyanet Teşkilatına teklifimiz şudur:
Eğer iddianızda samimi iseniz, buyurun, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin eserlerini hangi esas ve kriterlere göre incelediyseniz aynı esasları kullanarak bir çalışma daha yapın. Bu çalışmanızda, Erdoğan’ın milat kabul ettiği 17/25 Aralık 2013 tarihinden sonraki konuşmalarını aynı kriterlerle inceleyin. Mesela “Rahmetimiz gazabımızı geçmiştir” sözünün akide açısından yerini açıklayın.
Her fani ve fena işler gibi sizin de siyasallaştırarak yozlaştırdığınız sözde dini çabanız fenaya mahkumdur. Milyonlarca masum insanın inancı ve samimi gayretlerini maniple çabalarınız netice vermeyecek, siz de bu büyük günahla baş başa kalacaksınız. Biliyoruz ki, gerçek ilim ve insaf sahipleri size gereken cevapları vererek tarihte kaydınızı düşecektir.