Alarm zilleri çalıyor!

Yarın çok geç olabilir. Sonradan yaşanacak pişmanlıkların, bugünkü ihmallere dair edilecek ah vahların, diz dövmelerin, saç baş yolmaların kimseye bir faydası olmayacak. İyice geç olmadan, iş işten geçmeden bir şeyler yapmalı! Ve ne yapılacaksa hiç gecikmeden, hemen şimdi yapılmalı…
Siyasal İslamcı/Ulusalcı ittifakıyla dehşet verici bir İslamofaşizme sürüklenen Türkiye’nin bütün emareleri belirmiş bir soykırımın utancına daha düçar olması zinhar engellenmeli. Demokratik ve hukuki tüm yollar denenerek kim ne yapabilecekse şimdi yapmalı… Ne yapılıp edilip bu gidişatı durduracak ulusal ve uluslararası etkin dinamikler harekete geçirilmeli.

YARIN DEĞİL BUGÜN, SONRA DEĞİL ŞİMDİ…

Türkiye’deki ve dünyadaki tüm demokratların, insanlığın ortak tecrübeyle eriştiği evrensel insani değerlere kıymet veren, hak ve hukuka, insan haklarına saygısı olan herkesin tek gündemi artık bu olmalı. Bir zulüm aygıtına dönüşen devlet azgın bir sapkınlar güruhunun elinde iyice zıvanadan çıkmadan, ülke telafisi mümkün olmayacak bir çılgınlığa maruz kalmadan birileri çıkıp bu gidişatı durdurmalı. Koşar adım bariz bir soykırıma giden bu süreç, Allah korusun çok geç olacak yarın değil, bugünden engellenmeli.

Önceki yazımızda ( http://www.tr724.com/15-temmuzdan-15-temmuza-erdogan-soykirimin-hangi-asamasinda-akif-umut-avaz/ ) Türkiye’nin bir soykırım süreci içerisinde olduğuna dikkat çekmiş ve “Soykırıma giden yolun taşlarını sistematik olarak döşeyen Erdoğan’ın, amaçladığı nihai noktaya henüz varmamış olması bu somut gerçeği değiştirmez,” demiştik. Bu konuda fiili ve hukuki sonuçlar doğuracak şekilde harekete geçilmesinin vaktinin geldiğine işaret etmiştik. Özellikle son bir yılda Hizmet Hareketi mensuplarına yapılan zulümlerin, soykırımın evrensel kabul görmüş hukuki tanımında yer alan eylemleri büyük ölçüde karşıladığının altını çizmiş ve bunları tek tek analiz etmiştik.

Hizmet Hareketi gönüllülerinin, yapılan zulümlerin soykırım olarak tanımlanması için sadece birinin bile yeterli olduğu soykırımın hukuki tanımındaki eylemlerin birçoğuna hedef olduğuna işaret etmiştik. Bu konuda zikredilen 5 sistematik eylemden 3’ünün –“Grubun üyelerinin öldürülmesi,” “Grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi,” “Grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması”– şu an Hizmet’e yönelik uygulamada olduğuna dikkat çekmiştik. Tam teşekküllü bir soykırımın gerçekleşmesi için uygun vasatın oluşmasını sağlayan tüm koşulların da Erdoğan dikta rejimi tarafından aşama aşama sağlandığını ifade etmiştik.

DİĞER TÜM AŞAMALAR ASLINDA SADECE BU AŞAMA İÇİN

1996’da sunduğu “Soykırımın 8 Aşaması” isimli raporda soykırıma giden süreçleri “öngörülebilen” ve “engellenemez olmayan” şeklinde niteleyen Soykırım Gözlem Örgütü (Genocide Watch) Başkanı Gregory Stanton’un soykırımdan önce, soykırım sırasında ve soykırımın ardından ortaya çıkan durum ve hareketlere dair bulgularını Türkiye’de yaşananlar özelinde analiz ederek Erdoğan rejiminin zulümlerinin bunlardan ne kadarına karşılık geldiğini belirlemiştik. Ve neticede, Erdoğan’ın bir soykırımın gerektirdiği 8 aşamadan 6’sını (sınıflandırma, simgeleme, dehümanizasyon, örgütlenme, kutuplaşma, hazırlık) tamamladığını, yedinci aşamaya (imha) münferit olarak, sekizinci aşamaya (inkâr) ise peşinen başladığını kaydetmiştik.

Bu yazıda ise, diğer tüm aşamaların sadece bir hazırlık süreci oluşturduğu soykırımın en kritik aşaması olan yedinci aşamaya (imha) dair şu an Türkiye’de yaşanmakta olanları gözden geçirmeye çalışacağız. O yazıda da ifade ettiğimiz gibi, uzmanlar, tüm diğer koşulların yerine gelmesinin bile bir soykırımın yapılması için yeterli olmadığını ve soykırımın gerçekleşebilmesi için faillerin güçlü bir merkezi otoriteye ve bürokratik bir örgütlenmeye olduğu kadar hastalıklı ve kriminal unsurlara da ihtiyacı olduğunun altını çiziyorlar.

Hiç bir insani, ahlaki ve hukuki değere saygısı olmayan Erdoğan ve dikta rejiminin bürokratik örgütlenme konusunda herhangi bir sıkıntısının olmadığı, gece gündüz tekrarladığı korku ve dehşet propagandasıyla on milyonlarca yandaşının ruh ve akıl sağlığını iyice bozduğu, hastalıklı ve kriminal yapılarla geliştirdiği alengirli ilişkileri, hapishanelerden on binlerce sapık, tecavüzcü, katil, psikopat vesaireyi saldığı, Suriye iç savaşı gerekçesiyle semirttiği radikal İslamcı cihadistler ve Sedat Peker başta olmak üzere çeşitli mafya örgütlerine ve organize suç çetelerine nasıl alan açtığı üzerinde durmuştuk.

KİRLİ UNSURLARIN, SUÇ ŞEBEKELERİNİN EN İŞLEVSEL OLDUĞU AŞAMA

Hizbullah ve el-Kaide gibi radikal İslamcı terör örgütlerinin Türkiye’deki uzantılarını açıktan destekleyen Erdoğan’ın, İBDA-C gibi radikal İslamcı terör örgütlerini de zulüm rejiminin kirli işlerine entegre ettiğini, bununla da yetinmeyip SADAT gibi silahlı paramiliter örgütler, Osmanlı Ocakları gibi milis güçleri oluşturduğunu kayıtlara geçirmiştik. Zaten emri altındaki polis teşkilatının ve ordunun belirli bir kısmının da artık bahsi edilen radikal terör yapılarından, suç örgütlerinden herhangi bir farkının kalmadığını da ifade etmiştik. İşte tüm bu kirli unsurların sistematik bir soykırım sürecinde en fazla ve herkesten ziyade işlevsel olabileceği aşamayı yedinci aşama (imha) oluşturuyor.

Kirli ve vahşi bir proje kapsamında önlerinde alabildiğine alan açılmış mafya gruplarının, organize suç çetelerinin, terör örgütlerinin, milis yapılanmalarının, keskin söylemlerle endoktrine edilerek silahlandırılmış fanatik kesimlerin, tüm diğer kriminal ve hastalıklı unsurların araçsallaştırılması hep bu aşamayla ilgili. Bu unsurlar, soykırıma giden sürecin siyasal, psikolojik, entelektüel(!) ve kültürel(!) hazırlıklarının tamamlanmasından sonra, yani sadece imha aşamasında devreye sokulurlar. Hedefe koyduğu kitleleri imhaya yönelik olarak son aylarda Erdoğan’ın sarfettiği insanlık dışı her söylemin, bu kirli ve karanlık unsurlarda derhal nasıl yankı bulduğuna hep birlikte şahitlik ediyoruz.

Türkiye’nin nüfusu 80 milyon olduğu halde, artık nasıl bir lapsus sızdırması ise, Erdoğan’ın son dönemdeki konuşmalarında Türkiye’den birkaç kere 50 ya da 60 milyon diye bahsetmesi akla türlü türlü şeyler getiriyor. İleride mutlaka kokusu çıkacak bu kasti dil sürçmesini(!) şimdilik kayıtlara geçirmekle yetinelim ve konumuza devam edelim.

GİDİŞATI GÖRMEMEK İÇİN KÖR YA DA APTAL OLMAK GEREKİYOR

Erdoğan’ın, tıpkı Hitler’in yaptığı gibi, yanına çekmeyi başardığı kalabalıkların düşünmesini engelleyerek, sadece maniple edilmiş his ve duygularıyla hareket eder hale getirmeyi başardığı görülüyor. Yine tıpkı Hitler gibi, yapacağı soykırıma giden sürecin gerektirdiği söylemi ya da fiili şiddeti de zamanı geldikçe devreye sokuyor. Son günlerde Türkiye’nin gündemine oturan tartışmalarla Hitler’in Yahudilere yaptıkları arasındaki benzerlikleri ve paralellikleri görememek için ya kör ya da aptal olmak gerekiyor.

Hitler, Yahudileri sarı yıldız ile işaretlenmiş bir bant taşımaya mecbur etmişti. Hukukun “h”sinden bînasip Erdoğan ise “FETÖcü” diye yaftaladığı on binlerce insan için ayırt edici turuncu kıyafetleri kamuoyunun gündemine sokmuş durumda. Kadın-erkek, yaşlı-çocuk demeden ve hiçbir somut suç delil göstermeden hapse tıkılan on binlerce Hizmet gönüllüsünün çalışma kamplarına gönderilmesi ya da erkeklerin uzun süreli askerliğe mecbur edilmeleri gibi hazırlıklar da zaman zaman duyulmuyor değil.

TÜRKİYE’NİN HUTU’LARI VE TUTSİ’LERİ…

Erdoğan’ın tasarladığı soykırım süreci her ne kadar Hitler’in Yahudilere yaptıklarını çağrıştırsa da, pek çok açıdan 1990’ların ilk yarısında Ruanda’da yaşanan soykırıma da benziyor. Hatırlayacak olursak. I. Dünya Savaşı sonrasında ülkeyi yöneten Belçika, nüfusun yüzde 90’ını Hutular oluşturmasına rağmen, yönetimde yüzde 9’luk bir azınlık olan Tutsileri öne çıkarmıştı. Oysa o güne kadar Hutular ve Tutsiler bir arada yaşıyor ve birbirlerinden farklı görülmüyorlardı.

1.Dünya Savaşı sonrasında Ruanda yönetimi BM kontrolüne verildi. Yapılan ilk seçimlerde Hutu milliyetçisi Hutu Özgürlük Hareketi iktidara geldi. Tutsilere karşı bilenmiş kalabalıkların desteğiyle kıyıma başladılar. Süreç içerisinde 20 bin ila 100 bin arasında Tutsi öldürüldü. 160 bin kadarı da komşu ülkelere sığındı. 1980 yılına kadar komşu ülkelerdeki Tutsi nüfusu 500 binlere kadar ulaştı.

Eğitimli ve kalifiye olmaları sebebiyle Tutsiler gittikleri ülkelerde de önemli konumlara geldiler. Ülkelerine dönüş için organize oldular. 1990-1992 arasında bir iç savaş yaşandı. Hutular, ”nihai çözüm” olarak soykırımı uygulamaya soktular. 1994 Nisan ayında başladıkları kıyımı tam 100 gün boyunca sürdürdüler ve 800 bin civarında Tutsi’yi katlettiler.

Gerçeklikle birebir örtüşmese de, Türkiye’nin demokratikleşme ve hukuk devleti olma yönünde attığı adımlarla dünyada model olarak gösterildiği AKP’nin ilk iki iktidar döneminde sanki gerçek iktidar Hizmet Hareketi’ymiş gibi bir algı oluşturuldu. Demokratikleşmenin gerektirdiği hukuki mücadeleler sırasında yapılan bazı hataların tamamı, Erdoğan ve AKP’nin olanlarda sanki hiçbir rolü ve sorumluluğu yokmuş gibi, ve tuhaftır ki yine bizzat Erdoğan ve AKP tarafından, Hizmet Hareketi’ne fatura edildi.

YER YARILIP DA YERİN DİBİNE GEÇECEKLERİNE ARSIZLIĞI KUŞANDILAR

Özellikle 17/25 Aralık 2013’te hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvette suç üstü yakalanan Erdoğan ve taifesi, yer yarılıp da yerin dibine geçeceklerine, zagonlarının genişliklerine dayanıp arsızlığı silah gibi kuşandılar ve ayakta kalmayı başardılar. Ellerindeki geniş devlet imkânlarını kullanarak yalan ve iftiralara dayalı yoğun bir kara propagandaya giriştiler. Propagandayla biledikleri kesimlerin nazarında Hizmet Hareketi’ni şeytanlaştırarak günah keçisi haline getirmeyi becerdiler.

Hizmet gönüllüleri Türkiye’de hiçbir zaman ana belirleyici, karar verici bir konumda olmadığı halde, ülkenin Tutsileri gibi sunularak Türkiye’nin Hutuları nazarında öyle algılanmaları sağlandı. Linç kültürünün yaygın olduğu bir ülkede gece gündüz kesintisiz sürdürülen kara propaganda, akla hayale gelmeyecek yalanlar ve iftiralarla nefret objelerine dönüştürüldüler. Ve nihayet, adım adım yol alarak İslamofaşist bir dikta rejimini kurmayı başaran Erdoğan ve mobilize ettiği azgın şebekeler tarafından fiilen ve fiziken imha edilme aşamasına kadar getirildiler.

Hedefe koyduğu her kesime karşı bir nefret jenaratörü gibi düşmanlık üretmekte mahirleşmiş Erdoğan’ın, kendi kurguladığı 15 Temmuz’un yıldönümünde yaptığı konuşmada ”Arkalarında kimler olduğunu çok iyi biliyoruz. Piyonlarını ezip geçmeden atları, veziri alıp şahı da mat edemeyiz. Önce bu hainlerin kafasını kopartacağız,” sözünü işaret fişeği gören ruh hastası radikal ve kriminal fanatikleri, Despot Erdoğan’a yaranma ve rol çalma telaşıyla olsa gerek, girişecekleri imha hareketinin sinyallerini vermek için adeta sıraya dizildiler.

CANLI CANLI KANCALARA GEÇİREREK İNFAZ ETME VAHŞETİ

Erdoğan’ın kontrolündeki Haber 7, dehşet veren resimler eşliğinde insanlığın ilkel devirlerinde ve Osmanlı’da kullanılan kalabalıkların önünde canlı canlı kancaya geçirilerek infaz etme yöntemini “FETÖ’cüler için ideal infaz yöntemi” başlığıyla paylaştı. Uyduruk ”FETÖ” yaftasıyla yargılananlara uygulanmasını istedikleri işkenceli, ilkel ve vahşi infaz şeklini ballandıra balandıra okuyucularına anlattı.

Kendi anlatımlarından doğru dürüst bir eğitim almamış olduğu, karaladığı saçmalıklardan kitapla, yazıyla doğru dürüst ilişkisi olmadığı anlaşılmasına rağmen Erdoğan yanlısı Milat, Yeni Söz ve benzeri bir çok gazete ve internet sitesinde köşe yazarlığı yapan Hüseyin Adalan isimli ipsiz, sapsız, lümpen bir tip, insanlık dışı tehditlerini bebeklerin katledilmesine kadar vardırabildi. “Vallahi FETÖye acıyanında katli vaciptir. Yüce Türk devleti muazzam kudretini göstermelidir. FETÖcülerin bebelerine kadar katli vaciptir.” şeklinde yazım hatalarıyla dolu nefret ve vahşet paylaşımları yapan bu paçoz tip, kabul etmeliyiz ki tam da Erdoğan’a uygun bir kıvam yakalamayı başarmış.

GÜCE YALTAKLANARAK GÜÇ DEVŞİREN MAFYADAN KATLİAM TEHDİDİ

Zalim güce yaltaklanarak güç devşiren bir mafya bozuntusu ise, “Cezaevleri de bir gün basılacak. Onları cezaevlerinde asacağız. Boyunlarından bayrak direklerine asacağız,” diyerek Erdoğan’ın hedefe koyduğu kesimleri ahlaksızca tehdit etti. Birçok resmi törende protokolde oturtulduğu yer devlet erkânının önünde yer alan Erdoğancı bu mafya elebaşı, darbe bahanesiyle haksız ve hukuksuz şekilde hapse atılan binlerce masum insanı katletmekle tehdit edecek kadar zavallılaştı.

Bir taraftan da Erdoğan’a vıcık vıcık yalakalığı ihmal etmeyen mafya lideri, “Diktatör dedikleri Sayın Cumhurbaşkanımıza dua etsinler. Yüce Allah korusun eceliyle bile olsa, Cumhurbaşkanımızın bu dünyadaki misafirliği biterse diktatör neymiş o zaman görecekler. Yüce Allah’ın izniyle onlara yakınlık duymuş, onlarla yol almış, onlarla daha sonrasında yolunu ayırmamış bütün herkesi en yakın bayrak direklerine asacağız. En yakın ağaçlara asacağız,” dedi.

Sonra da tehditlerini, belki de Erdoğan’ın 20-30 milyon olarak gördüğü ve millet hesabından düşürdüğü CHP’lilere yöneltti: “Neymiş, Maltepe Cezaevi’ni basacaklarmış, arkadaşlarını çıkaracaklarmış. Büyük bir devrimin başlangıcı olacakmış. Onların düşündüğü gibi cezaevleri de bir gün basılacak. Ancak vallahi onların hayal ettiği gibi değil. Dışarıda yakaladıklarımızın hepsini ağaçlara, bayrak direklerine astıktan sonra o cezaevlerine de gireceğiz. Onları cezaevlerinde de asacağız. Boyunlarından asacağız bayrak direklerine.”

‘TAŞLARI BAĞLAMIŞLAR KÖPEKLER SERBEST…’

Soykırım sürecinin en kıyıcı aşaması olan yedinci aşama için bir şairin “Taşları bağlamışlar, köpekler serbest / Eşkıya düze inmiş, yiğitler derdest” dediği şu yoz ve yobaz ortamından daha ideali bulunmaz herhalde. Bunu bilelim ve ileride eyvah dememek için ne yapılması gerekiyorsa yapak için hukuki ve demokratik tüm yolları deneyelim. Yarın değil, hemen şimdi!

Tekrar ediyorum: Mutlak bir soykırıma varacak vahim sonuçları bugünden öngörülebildiği halde, şayet bu süreç çok geç olmadan engellen(e)mezse, böyle bir vahim süreci engelleme konumunda ve sorumluluğunda bulunan ulusal ve uluslararası tüm aktörler yaşanmakta olan bu soykırımın suç ortakları olarak tarihe geçeceklerinden şimdiden emin olabilirler.

Akif Umut Yavuz tr724
18 Temmuz 2017 09:03
DİĞER HABERLER