Ulusal anlamda aynı mağduriyetten nasibini almış medya da nefret söylemine destek oluyor...
Yeni rejim, 18 bin küsür kişiyi kapının önüne koyarak millete ilk selamı çaktı.
“Müjdeyi” iki gün önce “son başbakan” vermişti.
O gece, Resmi Gazete’nin sitesi çökmedi ama aynı anda yüzbinlerce vatandaşı ağırladı.
Sabaha kadar siteyi yoklayan milyonlarcası devletten atılıp atılmadığına baktı.
“Hayatımız bitti mi, devam mı” endişesiyle açtıkları internet sayfasını sürekli “refresh” ettiler, yenilediler.
Sonrasından pek emin değillerdi lakin…
Aileleri ile birlikte açlığa mahkum olacaklarını hesap etmişlerdi, en azından.
Yok, ülkeyi terk etmeyi pek düşünmediler.
İnsanlar alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçmez.
Bunu değiştirmek de istemez.
Yarın çok bunaldıklarında, ülkeyi terk etmek istediklerinde…
Meriç’ten başka şansları kalmayacak.
**
Böyle “leblebi çekirdek” gibi anlattığıma alınmayın.
Ne diyecektim yani.
Oturup sil baştan “tek adam” rejimi konusunda çene yormak istemiyorum açıkçası.
Millet, tercihlerinin sonucunu yaşayacak.
Ateş, her ocağa düşecek.
Komşusu açken tok yatmanın bedelini ödeyecek.
“Bin yıl yaşasın” dediği yılanın ömrü kısa, gebermeden ona da dokunacak.
**
İnsanlar açıp okumuyor.
Okumadığı, dinlemediği için tecrübe ederek anlayacak.
Bilmiyor, bilmek de istemiyor.
Acıyı deneyimleyerek öğrenecek.
**
Hürriyet gazetesi havuza satıldı, 50 okuyucusu gitmedi Doğan Medya Center’a.
Habertürk kendini kapattı, 50 kişi yürümedi Ciner Medya’ya.
CHP’nin 50 bin sandıkta, yani her dört sandıktan birinde görevlisi yoktu. Bu ortaya çıktı, konuşuldu, yalanlanmadı. CHP’liler birikmedi genel merkez önünde.
**
Hani filmlerde rastlarız, zehirli ok yiyen vücut felç olur, kurbanın sadece gözleri oynar. Dehşeti gözlerinden okursunuz. Lakin, hareket edemez, konuşamaz. Başını dahi çeviremez ki arkasında dönenleri görsün.
**
Sorumlu, sadece Ankara’ya egemen olan siyaset değil…
Bunu okuyucusuna, seyircisine anlatmayan medya da ülkesine ihanet etti.
Bir toplum olarak bu süreçten çıkacaksak eğer…
Yarın, o toplum gazetecilere soracak bunu.
**
Yazıp çizmekten, konuşmaktan vazgeçmediysek bunun iki basit nedeni var:
-İçinden çıktığımız topluma, geride bıraktığımız mağdurlara karşı sorumluluk duygusu.
-Tarih ve kaderin biçtiği misyon.
**
Üzgünüm, muhalif basın diye bir şey yok.
Ülkedekiler, iktidar söylemine ve politikalarına teslim.
Hele şu ara, ne yapacaklarını dahi bilemiyorlar, tam anlamıyla kuşatılmış haldeler.
Kimi, kepenk kapatmayı…
Kimi, yurt dışına çıkmayı…
Kimi, inzivaya çekilmeyi düşünüyor.
**
Yurt dışında, yani diasporada bir avuç çaba var.
Tamamı “cemaatçi” damgası yemiş durumda.
Nedeni basit: İtibarsızlaştırıp şeytanlaştırmak.
**
Bu damgayı yiyenlerin verdiği tepki de sırayla şöyle oluyor:
-Cemaatçi olmadığını anlatmaya çalışmak,
-Cemaate hakaret etmek,
-Cemaat aleyhindeki haberleri köpürtmek,
-Cemaate dönük mağduriyetleri görmemek,
-Cemaati kendi kaderiyle başbaşa bırakıp işine bakmak.
**
O çok eleştirdikleri “Türk tipi” refleksler bunlar.
İçinden çıktıkları toplum açısından şaşırtıcı da değil.
Lafa gelince;
-“Sessiz kalmayın, itiraz edin” diye akıl veriyorlar.
-“Susma, sustukça sıra sana gelecek” diyorlar.
Sonra… Yığınla insan hakkı ihlaline susup… Duyarlılıklarını belli çevrelerle sınırlı tutmaya özen gösteriyorlar.
Kusura bakmasınlar, zulmedenler kadar gaddarlar.
**
Adres vererek devam edeyim, muğlak kalmasın.
Cumhuriyet gazetesi davası, malum.
İçeride tutuklu kalmadı ama gazetecilere hapis cezaları yağdı.
Davanın özü “gazetenin yayınları” idi.
Vakıf yönetiminin değişmesi, “birilerini” rahatsız etmişti ve bu AKP değildi.
Yönetim değişince yayın politikası da değişmiş ve esasen mahkeme boyunca bu sorgulanmıştı.
Fakat Cumhuriyetçiler bunu geri plana atıp, eforlarını “fetöcü” olmadıklarını, “fetöyle” nasıl mücadele ettiklerini anlatmaya harcadılar.
Davanın nedenini, kime ve neye karşı mücadele ettiklerini çok iyi biliyorlardı ve fakat… Malum günah keçisi üzerinden savunma yapmak daha elverişli geldi.
**
Tahliye oldu, büyük geçmiş olsun.
Allah bir daha o dama düşürmesin kimseyi.
Ahmet Turan Alkan’ın son mektubuna ülkede basılan gazetelerde sadece Emre Kongar ve Can Ataklı değindi.
Peki diğer gazeteciler terörist mi?
Niye görülmez onlar?
Terörist olduklarını düşünüyorsanız onlara bunu yapanlar kadar vahşi tutum almış olmuyor musunuz?
**
Adres vermeye devam.
Yurt dışı çıkışlı Türkçe siteler var.
BBC Türkçe, Deutche Welle, Euronews gibi devlet medyası uzantıları olduğu kadar…
Şahsen kuruluşlarını alkışlayıp tavsiye ettiğim… Sonra üzülerek takipten çıktığım, Ahval, Özgürüz, Artı Gerçek gibi siteler var.
Niye takipten çıktım?
Sadece bir kesimin sesi olmalarına üzüldüm.
Cemaat büyük kümesi altında yapılan soykırıma ses vermemelerini anlayamadım.
“Yan yana gelmeyelim” diye düşünmüş olabilirler.
“Bizi de terörize ederler” diye kaygı duymuş olabilir.
“Yakınlarımıza veya ülkedeki varlıklarımıza bir şey olmasın” diye endişe etmiş olabilirler.
Yurt dışında ittifak ettikleri yabancı basınla veya kimi gruplarla belli koşullarda angajmana girmiş olabilirler.
Kategorize edilmekten kaçmış olabilirler.
İtibarlarını yitirmekten korkmuş olabilirler.
Valla kusura bakmasınlar;
Sen yurt dışında korku ve endişelerinle denge yapıyorsan yurt içindekini mazur göreceksin yani. Bu bir.
Eğer zulmü onaylıyor veya onaylamasan da bıyık altından “sizi de ben mi düşünücem” filan diyorsan o daha fena. En az AKP rejimi karar faşistsin.
Üç: Yarın sular çekilince bir nedamet sofrasında buluşulacaksa bu hatırlatılır ve iyi bir sicil değildir yani.
**
Bahsettiğim platformdakilerin çoğunu tanıyorum, şöyle böyle.
Dost acı söyler.
Benimki ince bir sitem.
Umarım bunu anlarlar.