'Devlet başkanı namaz kılar mı hiç'

'Devlet başkanı namaz kılar mı hiç'
Türkiye'nin yakın siyasi tarihine ilişkin birinci ağızdan tanıklıklar yer alıyor
Eski Diyanet İşleri Başkanı Altıkulaç, anılarında Kenan Evren'in eşinin cenaze töreni öncesi kılınan Cuma namazına Konsey üyeleri ve Evren'in katılmalarını bir bürokratın engellediğini anlatarak, “Hayatlarının hatasını yaptılar” dedi. DİYANET İşleri Eski Başkanı Dr. Tayyar Altıkulaç'ın hatıralarını kaleme aldığı 3 ciltlik “Zorlukları Aşarken” adlı eserinde, Türkiye'nin yakın siyasi tarihine ilişkin birinci ağızdan tanıklıklar yer alıyor. Anılarında, Kenan Evren'in eşi Sakine Evren'in cenazesinde Cuma namazında saftan çıktığını yazan Altıkulaç'ın yakın tarihe ışık tutan ilginç anılardan bazılar şöyle; “Cumhurbaşkanımız Kenan Evren'in eşi Sakine Hanımefendi 03 Mart 1982 Çarşamba günü vefat etmişti. 05 mart 1982 Cuma günü de cenaze namazının Hacıbayram Camii'nde kılınması kararlaştırılmıştı. (..) Hutbeyi caminin içinde merhum Kemal Güran okuyacak, namazı da dışarıda ben kıldıracaktım. Biz Cuma'nın ilk sünnetini bitirmek üzere iken Devlet Başkan ve Milli Güvenlik Konseyinin diğer üyeleri gelip sol tarafımda olan kümbetin önünde, beklemeye başladılar. Cumanın farzını kılmak üzere ayağa kalktığımızda komutanların hepsi birden bana doğru geldiler. Cemaatin kendileri için açtığı yerde saf tutmak üzere iken koşarak yaklaşan bir bürokrat, telaşla bir şeyler söyledi. Bunun üzerine “öyle mi” diyerek, saftan çıktılar ve tekrar kümbetin önündeki yerlerini aldılar. Cenaze namazında tekrar safa girerek birlikte cenaze namazını eda ettiler. Doğrusu bu olup bitenden ben çok etkilenmiş ve ciddi şekilde rahatsız olmuştum. Bunun anlamı şu olmaz mı? “Ben yakınımın cenaze namazını kılmak zorundayım. Çünkü kullar öyle bekler. Ama Cuma namazını kılmasam da olur (...) Üstelik bizler devlet adamıyız. Namaz ise avamın işidir. Cumayı kılmak da onların işi...” İnanıyorum ki, bizim çarpık ve saçma laiklik anlayışımız o gün bu camide devreye girmiş, hatta camiye gelmeden önce kendilerine gerekli telkinler yapılarak, “Siz laik bir devletin tepesinde bulunuyorsunuz. Cenaze namazını kılmanız anlayışla karşılanabilir. Ama Cuma namazını kılmak laiklikle bağdaştırmak mümkün olmaz” gibi saçmalıkları onlara fısıldayan monşerler olmuştu.” İlahiyat'ta Kur'an dersi yoktu “Ankara'da yeni açılan ilahiyat fakültesinin de adını duymuştuk. Ama daha ileriki yıllar içinde de olsa bu fakülte sanki ilgi alanımız dışında görünüyordu. Çünkü yaz tatilinde bu fakültenin Kastamonu'ya gelen bir veya iki bayan öğrencisi hakkında hiç de iyi şeyler anlatılmıyor; ‘İki yıl bu fakültede okudukları halde Kur'an-ı Kerim'i yüzünden okuyamıyorlar' diye konuşuluyordu. Nitekim A.Ü. İlahiyat Fakültesi'nin ilk öğrenci ve mezunlarının ifadelerine göre bu fakülte açıldıktan sonra 4-5 yıl boyunca Kur'an dersi hiç okutulmamış ve ilk mezunları hiç Kur'an dersi görmeden mezun olmuşlar.” İHL'de Kur'an'ı Latin harfleri ile okutmak istediler “1950'de DP'nin iktidara gelmesinden sonra 7 yıllık İmam - Hatip okullarının açılmasına karar verilmişti. Bu okullarda okutulacak derslerin ve müfredat programlarının talim ve Terbiye Heyeti'nde müzakeresi sırasında danışmanlık yapmak üzere dönemin Maarif Vekili Tevfik ileri tarafından öğrencilik yıllarından hocası M. Celaleddin Ökten de Ankara'ya davet edilmiş. Heyet, Celal Hoca'nın bütün çabasına rağmen Arapça ve Kur'an'ı Kerim'in asli harfleriyle tedrisini harf devriminin amaç ve ruhuna aykırı olduğunu ileri sürerek kabule yanaşmamış. Hoca bu durum karşısında ertesi sabah vekilin evine gidip durumu kendisine hikaye etmiş. Ertesi sabah toplantıya katılan Tevfik İleri elini masaya dayayarak, “Kur'an-ı Kerim ve Arapça asli harfleri ile okutulacak” deyip yerine oturmuş. Ondan sonra her şey Celal Hoca'nın isteği doğrultusunda yürümüş.”
30 Ekim 2011 08:09
DİĞER HABERLER