Dini Anlatmak mı, Yaşamak ve Yaşatmak mı?

Samanyoluhaber.com yazarlarından Cuma Karaman, yeni köşe yazısının başlığında dikkat çeken bir soru sordu: 'Dini Anlatmak mı, Yaşamak ve Yaşatmak mı?'... işte Karaman'ın dikkat çeken köşe yazısı.
Günümüz dünyasında dini değerlerin temsil biçimi, inancın kendisi kadar belirleyici hâle gelmiştir. Zira bir inanç, onu temsil edenlerin ahlakı, tavrı ve yaklaşımıyla ya sevdirilir ya da sorgulanır. Ne yazık ki, son yıllarda dinin siyasal ve hizipçi anlayışlara indirgenmesi, hem dinin evrensel mesajını gölgelemekte hem de toplumda derin bir yabancılaşmaya yol açmaktadır. Özellikle genç kuşaklar bu temsildeki çarpıklık sebebiyle dine karşı mesafeli durmakta, bazıları da tamamen yüz çevirmektedir. Bu yazıda, dinin temsil sorunu ve hizipçilik üzerinden oluşan kırılmalara yakından bakacağız.

Maalesef, siyasal İslamcılar bize insan olduğumuzu unutturdular. 

Dindarlığı, dinin asli kaynaklarına göre değil; siyasi hiziplere, şekil ve kalıplara göre değerlendirenler bundan dolayı günümüzde giderek çoğunluktadır. 

Bu sebeple özellikle yeni nesiller ve pek çok insan dinden uzaklaşmakta ve dindarlara karşı nefret duymaktadır.

Yeni neslin deizme yönelmesinden şikâyet edenler, önce kendi dini temsil yeterliliklerine bakmalıdır. Sorunun temelinde, aslında bu temsil eksikliği yatmaktadır. Gerçek sebep burada aranmalı, ardından sorunun sebepleri genç nesillerde değerlendirilmeli.

Zira din, sadece kuru kurallardan ibaret değil; yaşanmış, hissedilmiş, ahlakla bütünleşmiş bir örneklik ister. Eğer temsil edilen din; adaleti, merhameti, hikmeti ve insan onurunu yansıtmıyorsa, gençlerin zihninde sorgulama kaçınılmaz olur.

Bugünün gençleri, anlam arayışındadır. Taklit değil, tahkik isterler. Söz ile yaşantı arasındaki uçurumu gördüklerinde, hakikati başka yerde aramaya yönelirler. Bu yüzden sorumluluk, önce temsil makamındakilere düşer. Çünkü kötü bir temsil, güzel bir hakikati bile itibarsızlaştırabilir.

Dini, bölgesel devletlerin mezhepsel ve çıkar ilişkilerinin aracı hâline getiren bu zihniyetin sahipleri, aslında dini değerleri zayıflatan ve zaafa uğratanlardır.

Bu anlayış, dini hakikatin evrensel mesajından uzaklaştırır; onu dar bir kalıba, belirli bir zümrenin çıkar aracına dönüştürür. Oysa din, insanlığın ortak vicdanına hitap eden, adalet, merhamet ve hikmet üzerine kurulu bir yaşam rehberidir.

Dini siyasi hesaplara kurban edenler, inancı iman coğrafyasından çıkarıp ideolojik kamplara hapsederler. Böylece dindarlık, ahlak ve adanmışlıktan uzaklaşıp şekil ve sloganlara indirgenir. 

Bugün birçok insanın dinden soğuması, bu yozlaşmış anlayışın sonucudur. Asıl ihtiyaç duyulan ise dini, yeniden samimiyet, adalet ve evrensel ahlak çerçevesinde temsil edebilen vicdanlı insanlardır. 

Hizipçilik, dini hakikatleri yaşanır kılmaktan çok, daha çok ayrıştırıcı hale getirir. Bu sebeple hizipçilik dairesinden çıkıp dinin evrensel mesajını insanlık için temsil etmeye çalışmak gerekir. Bu da dini, hiziplerin dar anlayış ve görüşlerine hapsetmemekle mümkün olur.

Bal ve sirke örneğiyle konuyu noktalayalım: 

Pazarda biri bal, diğeri ise sirke satıyordu. Akşam olunca, bal satan az satış yapmış olmasına rağmen; sirke satan çok satarak memnun bir şekilde pazardan ayrılıyordu. Dikkat çeken şey şuydu: Bal satanın dili ve yüzü sirke gibi ekşiydi, sirke satanın dili ve yüzü ise bal gibi tatlıydı. Asıl fark takdim keyfiyetinden ileri geliyordu. 

Unutma: Sattığın bal bile olsa, tatlı dil ve güler yüz olmadan etkili olmaz. Sirke satsan bile tatlı dil ve güler yüzle gönülleri kazanabilirsin.
30 Ekim 2025 12:18
DİĞER HABERLER