Bir zamanlar bu ülkede basın pervasızca yalan yazar, çarpıtma yapar, hedef saptırır; kimse de bu yanlışa dur diyemezdi.
O yalan rüzgârı eşliğinde darbeler yapıldı, muhtıralar verildi, kitleler itibarsızlaştırıldı, kişiler karalandı. Onlarca yıl süren bu çileli dönemlerde alternatif bir haber akışı sağlanamadığı için kamuoyu yanlış bilgilendirildi.
Yalan dolanla sonsuza kadar yol almak muhal. Nitekim alınamadı. Şükürler olsun ki Türkiye'de yalan haberciliğin beli kırıldı. Artık bir mahallede ayaküstü servis edilen bir bilgi, eskisi gibi on dakika sonra bir semtte ciddi bir hava içinde analiz edilemiyor. Çünkü yalanın foyası daha söylenir söylenmez ortaya çıkıyor. Bu nedenle, kurgulanmış irtica haberleri artık yapılamıyor. Yalan haber yapanlar gayet iyi biliyorlar ki habere malzeme edilen kişilere, mekânlara, görgü şahitlerine diğer medya mensupları tarafından bir an önce ulaşılacak ve meselenin içyüzü kısa sürede ortaya çıkacak.
Yalan makinesi, Türkiye'de işlemez hale gelince ve her yanlış bilgi doğru bilgiye yenik düşünce bazı kişilerin stratejisi bir hayli değişti. Şimdi yalan yanlış bilgiler ve çarpıtma analizler, yurtdışında dile getiriliyor. Düşünce kuruluşlarının kapısını çalıp, Türkiye'de yaşanan süreci tepetaklak nakledeni mi ararsınız, dünyaca ünlü gazete ve dergilere aslı faslı olmayan bilgiler üzerinden analizler yapanı mı ararsınız, bir köşede buluştukları yabancı diplomatlara yalan olduğunu bile bile bazı gammazlamalar yapanı mı...
Türkiye'yi dışarıdan kuşatmaya çalışan ve bir kısım lobilerle dirsek teması kuran bazı kişilerin (hatta kurum ve kuruluşların) hedefinde iki sosyal gerçeğe karşı amansız bir yıpratma çabası görülüyor: (1) AK Parti düşmanlığını dünya kamuoyuna mal etmek, (2) 'cemaat paranoyası'nı yabancılara da bulaştırmak. İşin en üzücü yanı, bahsi geçen her iki yapı da henüz oynanan korkunç oyunun tam farkında değil. Onlar dürüstlüğün getirdiği cesaretle hadiseye yaklaşıyor ve 'yalancının mumu yatsıya kadar' diyerek kendi demokratik ve barışçı yollarına devam ediyorlar. Bir manada haklılar! Kamu vicdanı tabii ki gerçekleri er ya da geç anlar. Anlamasına anlar da, ya atılan çamurun izi kalırsa?
Çarpıtılmış bilgilerle çarpıtılmış analizler
Gazetecilerin ya da akademisyenlerin yorum hatası her daim yaşanabilir; lakin şerefli bir aydının, bilgi hatasına boyun eğmesi asla düşünülemez. Bugün rastladığımız ürkütücü manzara, yorum hatasından daha ziyade bilgi hatasından kaynaklanıyor. Asıl üzücü olan da nedir biliyor musunuz? Bilgi hatasını yapanlardan bazıları, aslında bunu bilerek yapıyor ve tarihî gerçekleri çarpıtmaya yelteniyor. Maalesef bazı gayretlerin ne gazetecilikle ilgisi var ne akademisyenlikle; resmen etki ajanlığı yapılıyor.
Mesela Ergenekon davasını Türkiye'de sulandıramayanlar şimdi yurtdışında aynı eylemi gerçekleştirmek için çırpınıp duruyor. Bazı yabancı odakların tam da arayıp bulamadığı bir fırsat doğmuş olabilir; ancak aslolan gerçeğin bizzat kendisidir. Bu ülkede defalarca darbe yapıldı, muhtıra verildi; demokrasiye müdahale edildi. İşkenceler, suikastlar, faili meçhuller... Amacına ulaşmak için suikastlar düzenleyen, halkı Kürt-Türk, Alevi-Sünni, sağ-sol, laik-antilaik diye birbirine vurduran derin yapı, Ergenekon davasında yakayı ele verdi. Silahlar, bombalar, suikast eylemleri ve planları, cinayetler, insanları ve kitleleri yok etme projeleri...
Onca somut bilgi ve belgeye rağmen Ergenekon'u masum bir çevre derneği gibi sunanlar, Ergenekon gerçeğini yazan gazeteciler hakkındaki davaları bile şimdi bazı çevreler, siyasi iktidarın laik kesim üzerindeki baskısı diye sunuyor. Avrupalı ya da Amerikalı nereden bilecek ki, kendini derin yapının parçası gibi gören bazı yargı mensupları Ergenekon gerçeğini kaleme alan kişilere ceza yağdırıyor ve bunlara ülkenin demokratik yollarla seçilmiş hükümeti bile engel olamıyor. Yabancıların karşısına geçip de, "Türkiye'de gazeteciler hakkında 5-6 bin dava açıldı." diyenler bunun AK Parti'ye zarar verdiğini düşünerek konuşuyor. Oysa onca davanın sebebini ne AK Parti düşmanlığı ile ne cemaat paranoyasıyla açıklamak mümkün.
Mesela dillerine doladıkları Ahmet Şık ve Nedim Şener olayının OdaTV denilen karanlık merkez ile irtibatını hiç söylemiyorlar. OdaTV'den yapılan planlarda insanların nasıl karalandığını, siyasete nasıl müdahale edildiğini ve bu planlar içinde Nedim'e ve Ahmet'e nasıl görevler verildiğini hiç konuşmuyorlar. Kafayı 'cemaat' ile bozmuşlar. Ortada hiçbir somut bilgi olmaksızın insanları hedef gösteriyorlar. Somut bilgi ve belgeleri görmezden gelen bu zümre, hiçbir bilgi ve belgeye dayanmaksızın neden insanları suçlu ilan ediyor?
Bu ülkede yıllarca yalan habere karşı duyarlı medya, muazzam bir mücadele verdi; yalan ve iftiraların üstüne üstüne gitti. Çok şükür ki artık o tezgâh her gün yeni bir ucube yumurtlayamıyor. Şimdi yeni bir sınav bizi bekliyor: Bundan sonra dünyanın neresinde olursa olsun, hangi muteber markanın arkasına saklanarak yapılırsa yapılsın, hangi lobinin kanatları altında icra edilirse edilsin, yalanın ve çarpıtmanın peşini bırakmamak! Bu ülkenin dünya dengelerindeki konumuna ve gazetecilik mesleğinin onuruna inanan insanların global yalanlara boyun eğmesi asla düşünülemez. Gelin, yalan haberin kökünü nasıl Türkiye'de kazıdık, dünyada da silip süpürelim. Gazeteciliğin ruhu sayılan 'doğruyu arama erdemi' ancak bu şekilde ayakta tutulabilir...
1 No'lu sanığın damadı 'tarafsız' oluyorsa
Harvard Üniversitesi'nde hafta içinde bir konferans düzenlenmiş. Programa göre Orhan Kemal Cengiz de konuşmacıymış. Balyoz davası sanıklarından emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın damadı Dani Rodrik, sağa sola mesaj göndererek bu yazarın konuşma yapmasını engellemek istemiş. Üstelik bu, ilk vukuatı da değil. Daha önce aynı kuruma giden Etyen Mahçupyan'ın konuşmasına da kendince şerh düşmüş. Sebep? Zirve katliamında öldürülen gayrimüslim vatandaşlarımızın avukatı, insan hakları konusunda yıllardır yaptığı çalışmalarla tanınan ve Today's Zaman'da yazı yazan Orhan Kemal Cengiz, 'taraf'mış. Mahçupyan da taraf ilan edilmiş üstelik...
Rodrik Bey, bunu hep yapıyor. Bazı muteber gazete ve dergilerde yazılar yazarak Balyoz davasının palavra olduğunu ispat etmeye çalışıyor ve bu arada 'AKP' ve 'cemaat'i hedef gösteriyor, liberalleri azarlıyor, demokratları aşağılıyor vs.
Peki, kim Rodrik? Balyoz darbe davasının 1 numaralı sanığının damadı. Yani Damat Bey objektif olabiliyor, Orhan Kemal Cengiz ya da Etyen Mahçupyan objektif olamıyor. Damat Bey'in kayınpederine sahip çıkması takdire şayan bir davranış sayılabilir; ancak tarafsız havalarına girerek sağda solda yazı yazması; o yetmezmiş gibi bir de insanların konferansa gitmelerine engel olmak istemesi ayıp değil mi?
Hem ayıp hem haksızlık
Today's Zaman Andrew Finkel ile yollarını ayırdı. Böyle şeyler bizim meslekte olur. Ya yazar, yazdığı gazeteye olan inancını kaybeder; veya gazete, köşe yazarının yayın ilkelerinden uzağa savrulduğunu düşünür. Finkel'in ayrılmasında iki sebep de geçerli. Kimin haklı olduğunun, o aşamada önemi kalmaz; ilişki zoraki nikâhmış gibi sürdürülemez. Sonuçta konuşulur ve yollar ayrılır.
Finkel, benim de takip ettiğim, önem verdiğim bir yazar idi. Ayrılmasına üzüldüm; ancak şaşırmadım. Son dönemde Today's Zaman'da yayınlanan yazılarından, gazetesine inancını kaybettiğini görüyordum. Böyle durumlarda kanaatim şudur: Gazetesine inanmayan dürüst bir gazeteci, el sıkışıp ayrılmalıdır. 'Hem sana artık inanmıyorum hem de yazmaya devam ediyorum' şeklinde özetleyebileceğim tavır, onurlu bir gazetecinin yapacağı iş değil.
Finkel'in durumu, nedense, Doğan Grubu'nun bazı gazetelerini çok mesut etti. Yazılar yazdılar, röportajlar aldılar. "Kardeşim çok meraklıysanız, adama köşe açın!" demedik. Açamazlardı da! Aydın Doğan Bey'e söylediklerini unutmuş olamazlardı. Her neyse. Finkel, Doğan Grubu'na verdiği röportajda Zaman'ı suçluyordu. Taraf Gazetesi'ne de "Zaman'ın öncü piyadesi" diyordu. Ayıp! Hem de çok ayıp. Hem Zaman'a haksızlıktı bu, hem Taraf'a. Andrew'i yanlış tanımışım demek ki...
Birkaç gün önce öğrendim ki Finkel, Taraf'ta yazmaya başlamış. Hayırlı olsun. Sevindim. Bizden sonra 'öncü piyade'de yazmaya karar vermesi, onun bu mesleği yaparken verdiği onur mücadelesinde(!) yeni bir aşama olsa gerek. Yurtdışındaki basına ayrılış hikâyesini çarpıtmadan anlatsaydı daha iyi olurdu. Haydi öyle inanıyor, öyle konuşuyor diyeyim; o zaman delikanlıca çıkıp diyeceksin ki: "Zaman'dan sonra, Zaman'ın öncü piyadesinde yazmaya başladım." Peki bu hem Zaman'a, hem Taraf'a, hem gazeteciliğe haksızlık olmuyor mu?