İşte o yazı...
BUGÜN BAYRAM
( MEHMET YILMAZ / Bugün gazetesi Yayın Koordinatörü )
Bugün bayram…
Türkiye Cumhuriyeti'nin 92 yıl önce kuruluşunun yıldönümü…
Anadolu insanının sevinç ve coşkuyla karşıladığı böyle bir gün benim için bir hicran, üzüntü ve hayal kırıklığı…
Çünkü Çarşamba günü ekmek kapımız işyeri, kayyumlar tarafından polis zoruyla gasp edildi.
Kapısı kırıldı. Meslektaşlarımız darp edildi, bazıları kollarına ters kelepçe takılarak gözaltına alındı.
BUGÜN TV ve Kanaltürk'ün yayınları karartıldı.
Bu büyük üzüntüyle geldim dün işyerimize…
Manzara korkunçtu.
Binamızın önünü polis bariyerlerle kapatmıştı.
İki otobüs dolusu Çevik Kuvvet polisi işyerimizin bulunduğu caddenin kenarında bekliyordu.
Dün kırılan kapımızın olduğu ön cephe bariyerle kapatılmış, çalışanların içeri girebilmesi için kaldırıma yarı park halinde konuşlanmış devasa bir TOMA'nın yanından geçmek zorunda bırakılmıştı.
Ruhum daraldı, yüreğim burkuldu.
Bugün bayramdı; ama ben mutlu değildim.
6 yıldır kapısından huzurla girdiğim gazeteme ulaşabilmem için TOMA'ya teğet geçmem gerekiyordu.
Ve ben homur homur homurdanan bir TOMA'nın yanından içeri girdim.
Her zaman “Günaydın” diyerek tebessüm ederek bizleri karşılayan danışmadaki arkadaşlarımız yerine bu kez “Personel kartınızı gösterin” diye buyurgan bir edayla kimlik kontrolü yapan polislerle karşılaştım.
Ne utanç verici bir durumdu.
İşyeri giriş kartımı gösterdim.
Soğuk “Geç” cümlesiyle turnikelere doğru yürüdüm.
Yürüdüm, ama ayaklarım sanki geri geri gidiyordu.
Bu dayanılmaz boğucu atmosferden uzaklaşmak istercesine bir çırpıda merdivenleri tırmanmaya başladım. Buradan uzaklaşmak ve her biriyle acı tatlı güzel günler geçirdiğimiz arkadaşlarımın mütebessim yüzlerini görmek istiyordum sanki.
Öyle de oldu…
Girişteki abus çehrelerin yerini gülümseyen nasiyeler aldı.
Selamlaştık, şakalaştık, içinden geçtiğimiz boğucu atmosfer yokmuş gibi iyi niyet temennilerimizi birbirimize aktardık.
Rahatlamıştım.
Ama bu kısa an çok sürmedi.
Maalesef sürmedi…
Çünkü…
Arkadaşlar kayyumların polislerle birlikte geldiğini, yetkili biri var mı diye sorduklarını söylediler.
Polisler, kayyumlar…
Demek ki sıra gazetemize gelmişti.
Az sonra da kayyumların yetkili kişiyle görüşmek istediğini bir arkadaşımız iletti.
Utanma duygusunu yitirmiş bir yüz nasıl acaba merakıyla Genel Yayın Yönetmenizim Erhan Başyurt'un odasına gittim.
Tabii ki onlardan Erhan Bey'in güler yüzünü, nezahetini, nezaketini beklemiyordum.
Ama belki…
Erhan Bey'in makamının önünde iki kişi oturuyordu.
Yanlarında da üzerinde polis yeleği olan iki polis memuru vardı.
Gazetemizin yıllardır sevk ve idare edildiği mekân işgal edilmişti.
Kayyumlar ve polisler oturmuşlar hesaba çekecekleri birini bekliyorlardı.
İçlerinden sakallı olanı kendini tanıttı.
İsminin Hasan Ölçer olduğunu, mahkeme tarafından kayyum olarak atandıklarını, buradaki yönetimi devraldıklarını söyledi.
-Şu anda burada kaç kişi var? Gazetede ne kadar personel çalışıyor?
Yönetimi devralmışlardı ama burada kaç kişinin çalıştığını Yayın Yönetmeni'nin odasında yardımcısından ayaküzeri anlatmasını istiyorlardı.
Tuhaf bir durumdu.
Oturuşu tuhaftı.
Koltukta “Ben buraların kralıyım, padişahıyım, sultanıyım” havasında kaykılışı tuhaftı.
Üslubu tuhaftı.
Üst perdeden sorgu savcısı konuşması tuhaftı.
Bu kadar tuhaflık arasında sükûnetimi korumaya çalışarak cevap verdim:
-Muhatabınız Genel Yayın Yönetmenimiz Erhan Başyurt, ben değilim. Burada çalışan personel sayısını da insan kaynaklarından öğrenebilirsiniz.
Bu kadar…
Sadece iki cümle…
Kayyım Hasan Ölçer'i çıldırtmaya bu iki cümle yetti.
Ses tonu değişti…
Bakışları değişti…
Koltuktaki kaykılma pozisyonu değişti…
Daha bir yayıldı.
-Sen kendini çok zeki sanıyorsun herhalde… Ben aptal mıyım? Aptal mı görünüyorum? 30 yıldır bu işlerin içindeyim ben… Çık dışarı…
Başını öne eğdi ve bekledi…
Herhalde çıkmamı bekliyordu.
Acı bir gülümseme ile gözünün içine baktım.
Bu adam beni tahrik etmek istiyordu.
Provoke etmek için her şeyi yapmıştı.
Polisler şaşkın yüzüme baktılar.
Hiç istifimi bozmadım, dik dik gözlerinin içine baktım.
İkinci cümle gelmesi gerekiyordu.
Nitekim geldi de…
-Çık diyorum sana…
Herkes karakterinin gereğini sergiler.
O da bunu yapıyordu.
Karakterinin gereğini yapıyordu.
Koltukta otururken bacak bacak üstüne atarak karşısındakini ezeceğini sanıyordu zavallı.
Söylenecek çok şey vardı.
Hepsini bir çırpıda ağzına tıkabilirdim.
Onun gibi üst perdeden konuşabilirdim.
Ağzının payını verebilirdim.
Ama…
Hiçbirini yapmadım.
O karakterinin gereğini yapmıştı, ben de karakterimin gereğini yapmalıydım.
Sükût böyleleri için en güzel cevaptı.
Hiçbir şey söylemeden dışarı çıktım.
20 dakika sonra odama bir polis geldi. Elinde 2 A4 kâğıdı vardı.
İsmime hitaben bir yazı yazılmıştı ve görevimden alındığım yazılıyordu.
Altında da iki kayyumun ıslak imzası vardı.
İmzalamadım.
-Avukatımla görüştükten sonra imzalarım.
Polis geri dönüp gitti.
“Gazetem kimlere kaldı böyle?” diye iç geçirirken bir haber daha geldi.
-Kayyum personelle toplantı yapmak istiyor.
Arkadaşlar ne yapalım diye tek tek sormaya odama gelmeye başladılar.
Hepsine şunları söyledim:
-Sakin olun, dinleyin. Ne istiyor öğrenin. Karşılık vermeyin.
Ama kayyumun niyetinin bu olmadığı az sonra ortaya çıktı.
Arkadaşlarımızın duygularını provoke etti.
Onlar da ona gereken cevabı verdiler.
Zaten periskoptan da olup bitenleri hepiniz gördünüz.
Kayyumun nasıl bir karakter sergilediğini, BUGÜN gazetesinde çalışan arkadaşlarımıza nasıl bağırdığını canlı canlı izlediniz.
Devlet gücünü arkasına alan birileri helal parayla kurulmuş, helal parayla işletilen bir kurumu adım adım gasp ediyor ve çalışanlarını da paylıyordu.
Üzücüydü…
Kahrediciydi…
Hâlbuki bugün bayramdı.
Cumhuriyet'in 92 yıllık erdemleri bir bir ayaklar altına alınıyordu.
Demokrasi katlediliyor, hukukun ırzına geçiliyor, mülkiyet hakkı çiğneniyor, özel teşebbüse gözdağı veriliyor, özgürlükler kısıtlanıyor, ifade hürriyetine gem vuruluyordu.
Bütün bunlar olurken de devlet ricali Cumhuriyet'in erdemlerinden bahseden nutuklar atıyor, Türkiye'nin 92 yılda kat ettiği mesafeden bahsediyordu.
Hangisine üzülmem lazımdı?
-Türkiye'yi Kuzey Kore seviyesine çeken yöneticilerimize mi? Onları avuçları patlarcasına alkışlayıp destek verenlere mi? Siyasi iradeden aldıkları güçle yasaları kendi çıkarları doğrultusunda değiştirip Türkiye'yi antidemokratik bir ülke haline getiren bir avuç dar oligarşik kadroya mı?
Yoksa…
Hukuksuz gasp edilen gazetelerimiz, televizyonlarımız, sevgili patronumuz Akın İpek ve ailesi için mi üzülmeliydim.
Vicdanımın sesini dinleyince yüreğimin huzurla dolu olduğunu hissettim.
Tebessümle gülümserken helal mala çöken haramilere acıdığımı fark ettim.
Evet…
Bugün bayramdı…
Benim bayramım…
Bizim bayramımız…
Şerefle çalıştığım gazetemden hırsızlık yaptığım, yolsuzluğa bulaştığım için atılmıyordum.
İşimi yaptığım, haddini bilmez kayyuma asıl muhatabın kim olduğunu söylediğim için atılıyordum.
Sessizce “Hamdolsun” dedim…
Bugünleri gösterdiği için de Rabbime şükrettim…