Latife Hanım ile Mustafa Kemal'in sırrı

Latife Hanım ile Mustafa Kemal'in sırrı
Latife Hanım-Mustafa Kemal evliliğinin gergin anlarından biri...
Sinirini yelpazesini avucuna vurarak gidermeye çalışan Latife Hanım, elini kanatır. Atatürk, tokat atmaya yeltenir. Fakat Latife Hanım kendini müdafaa için elini siper etmeye kalkınca kanlı parmaklar Atatürk'ün yüzüne isabet eder... Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatına giren bütün kadınlar üzerinden hep bir tartışma yaşanmıştır. Annesi, kardeşi, dinî nikâhlı eşi olduğu söylenen Fikriye ile resmî eşi Latife Hanım'ın Atatürk ile ilişkisi hep merak konusu oldu. Özellikle Latife Hanım konusunda sayısız kitap ve makale yazıldı. Doğrusu birbiriyle çelişen bilgiler meraklıların kafasını iyice karıştırdı. Latife konusunda çalışma yapan önemli isimlerden biri de genç araştırmacı Fatih Bayhan. Araştırmacı bu kez kaynakları tarayıp bir de aile fertlerinden Mehmet Sadık Öke ile teyzesi Latife Hanım'ı konuşmuş. Geniş kapsamlı söyleşi önümüzdeki günlerde kitap hâlinde piyasada olacak. Bu söyleşide Latife Hanım'ın hayatına dair yeni bilgiler öğreniyoruz. Sır gibi saklanan Latife'nin özel hayatına dair 85 yıl aradan sonra ilk kez aileden birinin konuşuyor olması tarihe not düşülmesi açısında çok manidar. Latife Hanım ile Mustafa Kemal 1923'te evlenip 1925'te boşanıyor. Atatürk, 1938 yılında, Latife Hanım ise 1975'te vefat ediyor. Aralarında 20 yaş fark var. Ancak Latife ile Atatürk arasındaki ‘konuşmama' ahdi hâlen geçerliliğini koruyor. Çünkü Latife, Atatürk ile ilişkisine dair neredeyse hiç konuşmamış. İlk kez yeğeni teyzesini, annesinden ve büyüklerinden dinlediği bilgiler ve ailedeki evraklardan yola çıkarak kısmen anlatıyor. Uşşakizadelerden Latife Hanım aynı zamanda Aşkı- Memnu romanının yazarı Halit Ziya Uşaklıgil ile akraba. İngilizce, Fransızca, Almanca, Farsça, Arapça ve Rumcayı iyi biliyor. Usta bir piyanist olduğunu da yeğeninden öğreniyoruz. Atatürk ile olan resmî ilişkisi kısa sürse de aslında ölümüne kadar devam ediyor… İşte yeğeninin anlatımlarıyla Latife'nin hayatından ve Atatürk ile olan ilişkisinden yeni ve çarpıcı bilgiler. Latife, 17 Haziran 1899 (1900 doğumlu olarak bilinir) yılında dünyaya geliyor. Doğmadan önce onun erkek olacağına o kadar inanmış ki ailesi, kız doğunca bunu zarif bir şaka olarak görmüş. Zira Latif, zarif olan demek; Latife de zarif bir şaka. Bunun için Latife adını vermişler. Ama asıl ismi Fatıma-tüz Zehra Latife. Doğarken Fatıma-tüz Zehra ismi kayıtlara giriyor. Boşandıktan sonra yurt dışına çıktığında, bir fenalık ile karşılaşmamak için Fatma Sadık adını kullanıyor. Ancak Latife onun üzerine yapışan tek isim oluyor zamanla. Babası Muammer Bey masondur. Ancak iddia edildiği gibi Sabetayist değil. Mehmet Sadık Öke bu konuda Soner Yalçın'a kızıyor: “Kitabını tekzip edebilirdik. Öyle büyük bir hata var ki, Serasker Rıza Paşa'nın karısının adının da Adeviye olmasından dolayı yazarın kafası karışmış. Kitabın içinde aynen şu cümle geçiyor: Vecihe Hanım ile Hayri Bey kuzendi. Bu çok yanlış, yok böyle bir şey.” Latife Hanım, Fransa'da eğitim aldıktan sonra İzmir'e dönmüştür. Atatürk İzmir'e girince kalacak bir yer arar. Latifelerin evi en uygun mekân seçilir. Göztepe'deki bu evden bütün İzmir görünür. Atatürk burayı karargâha dönüştürürken Latife evde yoktur. Eve dönen Latife'yi muhafızlar durdurur. Ancak orada oturduğunu söyleyince içeri alınır. Atatürk ile ilk kez burada karşılaşırlar. Mustafa Kemal köşkte 16 gün kalır. Ancak burada hem Latife ile aralarında bir aşk başlar hem de ilk kalp spazmını geçirir. Hemen Muammer Bey'in doktoru getirtilir. Mustafa Kemal muayeneden geçirilir. Doktor kahve, sigara ve içkinin azaltılması hatta kesilmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Latife Hanım içkileri dolaba kaldırıp kilitler. Latife ile Mustafa Kemal 4 gece boyunca baş başa kalarak saatlerce konuşur. Olayın detayını Mehmet Sadık Öke şöyle anlatıyor: “Gerek Lord Kinross'un, gerek daha başka yazarların belirttiği gibi; Mustafa Kemal, Beyaz Köşk'te Latife Hanım'dan o kadar etkileniyor ki, beraber olmak istiyor. Ancak Latife Hanım tabii ki asla kabul edebilecek yapıda biri değil. Hikâyeyi geniş anlatmak gerekirse; bu konuşmalar esnasında bir gece birbirlerine ilgilerini ifade ediyorlar. İlk önce Latife Hanım ilgisini söylüyor. Paşa'nın, yaveri Salih Bey'e ertesi sabah ifade ettiği gibi, ‘Devir değişti Salih. Artık kadınlar aşklarını önce söylüyor.' Ancak Armstrong'un ve Lord Kinross'un da kitaplarında belirttiği gibi, Latife Hanım onunla evlenebilirdi ama metresi olamazdı. Anneannemin 1984 yılında Yalçın Pekşen'e verdiği röportajda, ‘Bizim aile öyle bir aileydi ki evlilik bağı dışında hiçbir şekilde birlikte olamazlardı.' şeklinde anlattığı üzere başka türlü bir birliktelik imkânsızdı. Mustafa Kemal Paşa birliktelik teklifini bir adım ileri götürmeye karar vererek, gece vakti İzmir sokaklarına çıkıp bir müftü bularak imam nikâhı ile evlenmeyi teklif etmiş. Ancak Latife teyzem babası olmadığı bir ortamda gerek kendisinin, gerekse Paşa'nın onuru açısından bunu kabul etmemiş. İzmirliler, Türkiye ve dünyanın gözü önünde bunun yakışık almayacak bir hareket olduğunu belirtiyor. Kendisinin İslam dinine göre reşit olup istediği kişi ile evlenme hakkını haiz olmasına rağmen, babasının ve ailesinin onayı olmadan bunu yapmayacağını ve gizli tutulacak bir imam nikâhını kabul edemeyeceğini açıkça söylemiş. Paşa ikinci defa ısrar ederek, aşkının ne kadar derin ve gerçek olduğunu göstermek için Latife Hanım'ı öpmek üzere eğilmiş. Bunun üzerine Latife Hanım, terastaki büyük mermer masanın üzerinde duran esir komutan Trikopis'in beylik tabancasını kaparak havaya üç el ateş etmiş ve Paşa'ya, eğer devam ederse dördüncü kurşunla kendisini vuracağını, zira Paşa'nın bu memlekete elzem, kendisininse önemsiz olduğunu söylemiş. Bu sırada koşup gelen korumalar ve yaverlere Paşa, ata binen, fayton kullanan Latife Hanım'ın iyi bir silah atıcısı olduğunu söylemesi üzerine iddiaya girdiklerini söylemiş. Deneme yaptıklarını ve İzmir'de böyle iyi silah kullanan hanımlar varken, Yunanlıların zaten savaşı kaybedeceklerinden emin olduğunu söyleyerek hem espri yapmış, hem Latife Hanım'ı onurlandırmış ve gelenleri geri göndermiş.” Paşa hayranlık ve şaşkınlık içinde, “Bunu gerçekten yapar mısınız?” diye sorunca, “Siz savaşlar kazanmış bir komutansınız, saldırmayı da, ricatı da ne zaman yapacağınızı bilirsiniz. Siz durabilirsiniz ama ben sadece genç bir kızım, siz durmazsanız ben de duramayabilirim.” diyerek konuşmasını şöyle sürdürür Latife: “O zaman siz de ben de içinden çıkılmaz bir duruma düşeriz. Ben Latife Uşşaki'yim, öyle ya da böyle canıma kıymak pahasına da olsa sizi durdururum ama size kıyamam.” Latife Hanım'ın bilgisine, terbiyesine zaten hayran olan Paşa bu cevap üzerine kendisine meftun olarak, “Sana inanıyorum Latif” dedikten sonra (ilk olarak burada Latif demiş) ciddileşerek “O zaman Küçük Hanım, İzmir'in kurtuluşunun simgesi olan bu tabancayı cesaretinizin bir nişanesi olarak size hediye ediyorum. Zatı âlinize bir kasıt olduğunda kullanırsınız. Ancak bir daha benden size bir kasıt gelirse rica ederim kendinizi değil beni vurunuz. Zira sizin güzelliğinizin ve memlekete ileride çok faydalı olacağına inandığım zekânızın ve bilginizin bu dünyadan ayrılmasına gönlüm razı olmaz. Ben ahrete gidebilirim ama gittiğim her yere senin sevgini ve kara gözlerini, kara kalbinle beraber (evlilik teklifini reddetmesini kastederek) götürürüm.” demiş. Latife bu romantik laflar üzerine yumuşamış ve kendisinin de onu sevdiğini ama bu şekilde olmasının imkânsız olduğunu söylemiş. Latife İzmir'de kaldığı sürece Atatürk'e birçok konuda yardım etmiş. Özelikle gelen yabancı evrakların tercümeleri onun elinden geçer. Dışişleri Bakanı Yusuf Ke-mal Bey (Tengirşenk) artık İzmir bir Türk kenti olduğu, tamamen ele geçtiği için İngiliz ve Fransız donanmasının körfezden gitmesini istiyor. Fakat buna mukabil İngiliz ve Fransız donanması gitmiyor. O sırada Mustafa Kemal çok kızıyor. Bir türlü istediği ültimatom yazılamıyor. Tabii diplomasiyi düşünürsek Yusuf Kemal Bey İngilizlerle savaş istemediği için biraz daha yumuşak bir nota yazıyor. Fakat Latife bunun üzerine Mustafa Kemal'in çok sinirlendiğini anlayınca, “Eğer izin buyurursanız ben yazayım, Paşam.” diyor. “Siz mi yazacaksınız?” “Evet Paşam.” “İngilizce mi?” “Evet Paşam.” “Buyurun yazın, Küçük Hanım.” Bunun üzerine Latife Hanım notayı yazıyor: “24 saat içinde İzmir Limanı'nı terk etmezseniz, sizi batırırım.” Bu kadar basit ama son derece sert. Yazıldıktan sonra Mustafa Kemal notayı okuyor ve soruyor: “Bu kalemle mi yazdınız, Küçük Hanım?” “Evet Paşam.” diyor. Paşa, “Verin onu bana.” diyerek kalemi alıyor, öpüyor ve “Çok teşekkür ederim Küçük Hanım.” deyip Latife Hanım'a geri veriyor. Öke, teyzesinin ömrünün sonunu kadar bu kalemi yazıhanesinde sakladığını aktarıyor: “Önemli şeyleri her zaman bu kalemle yazmıştır. Tabii bu meyanda Köşk'te olaylar meydana geliyor. O günlerin en önemli olaylarından biri buydu. Bu olaydan sonra da ona ilk defa, “Sen yaversin.” diyor. Ona yaver demesinin sebebi budur. Latife teyzeme ‘Yaver' diye hitap ederdi. O zamandan itibaren de, “Sen Latife değil, Latif'sin.” diyerek artık bir daha ‘Küçük Hanım' demiyor. Bu latifliğin de çok önemli bir özelliği var. Latife, küçük, tatlı şaka demek. Latif ise erkek ismi olarak değil, Paşa'nın kullandığı manada Allah'ın isimlerinden biri. Lütfeden, lütuf eyleyenden geliyor.” Mehmet Sadık Öke Zübeyde Hanım'ın vefatından kısa süre sonra Atatürk ile teyzesinin evlenmesini ise bir annenin acil vasiyeti olarak yorumluyor: “Zübeyde Hanım parmağındaki yüzüğü çıkarıp ‘Bu da Mustafa'mın olsun, Makbule'ye verme.' diyor Latife teyzeme. Ben hep merak ederdim. Nişanlandığında onu niçin Latife teyzeme vermedi diye. Ama Mustafa Kemal'in daha sonra yüzüğü Latife teyzeme, gelinine vermesi için onu Mustafa Kemal'e vermesini istiyor. Bu da pek söylenmez, anlatılmaz. Diyeceklerdir ki, “Afakî söylüyor.” Desinler, herhâlde Mustafa Kemal elmas yüzüğü takmayacağına göre müstakbel karısına vermesi amacıyla verilen bir yüzüktür ki, zaten öyle oluyor. Zaten teyzem ölene kadar parmağından bu yüzüğü hiç çıkarmamış. Yüzük şu anda ailemizde. Tartışılan konulardan biri de Latife ile Atatürk'ün anlaşmazlığı ve boşanma konusudur. Bu konuda da aslında yeni bilgiler ve önemli ayrıntıları Fatih Bayhan'ın sorduğu sorulara verilen cevaplarda bulabiliyoruz. Latife'yi en çok kızdıran konu Atatürk'ün içki masaları. Çünkü sağlığı açısından içkiden uzak durması gerektiğini Latife her seferinde Paşa'ya hatırlatıyordu. Öke, teyzesinin şikâyetini aktarırken anneannesinin anlattıklarını hatırlatıyor: “Teyzem annesine dert yanıyormuş ‘Hep yanındalar, hiç yalnız bırakmıyorlar. Biz hiç yalnız kalamıyoruz, o saatten sonra o kadar içkiyle bize paylaşacak bir şey kalmıyor.” Hatta Mehmet Sadık Öke, Paşa'nın konuşma metinlerini, ilk nutuklarını Latife Hanım'ın kaleme aldığını, birlikte düzeltmeler yaptıklarını da anlatıyor. ATATÜRK İLE LATİFE BOŞANDI MI? Ortaya çıkan ilginç bir ayrıntı ise Latife Hanım'ın milletvekili olma çabası. Bunu hem Atatürk hem de kendisi istiyor. Ancak kadınların seçilme hakkı olmadığı için (1934'te geliyor) Latife Hanım vekil seçilip Meclis'e gidemiyor. Hatta Konya'da Latife Hanım adına oy pusulaları bile çıkıyor. Latife Hanım'ın Kars Türk Ocağı'na üye yapılmasının en büyük sebebi, bir sonraki seçimde Kars'tan milletvekili adayı olarak gösterilmesinin altyapısını hazırlamak olduğu belirtiliyor. Eğer boşanma olmasaydı, Latife ya Van ya da Kars'tan milletvekili adayı olacaktı. Atatürk'le Latife'nin boşanıp boşanmadığı konusu da hâlâ muallâk. Mehmet Sadık Öke bunun çok önemli bir durum olduğunu söylüyor. Çünkü Enver Paşa'nın çıkmasına ön ayak olduğu 1917 tarihli ‘Aile Hukuku Kararnamesi' var. Bu kararnameye göre, o dönemde kadın boşanmayı kabul etmezse ve mücbir (zorunlu) bir sebep yoksa kadı boşanmayı onaylayamaz. O sıralar Türkiye Cumhuriyeti kurulmasına rağmen yeni kanun henüz çıkmamıştır. Bununla ilgili bir başka kanun olmadığı ve boşanma bu kanuna göre yapılmadığı için, Latife ve Atatürk evli sayılır. Öke durumu şöyle anlatıyor: “Bu boşanma şeklen bu kararnameye uygun ama özü itibariyle uygun değildir. Çünkü Latife Hanım boşanmak istememiştir. Oysa Mustafa Kemal, ‘Biz Latife Hanım ile beraber ayrılmaya karar verdik.' diyor. Bunu kararnameye uygun olabilmesi için söylüyor. Bazıları diyebilir ki, İstiklal Savaşı sırasında bu kararname askıya alındı veya iptal edildi. Oysa bu kararname sadece İstanbul'da askıya alındı zira Ankara Hükümeti, İstanbul Hükümeti'ni tanımadığını ilan etmişti. Bu durumda bahsedilen aile hukuku kararnamesinin İstanbul Hükümeti'nin bir tasarrufu olarak askıya alınmasının da hukuki bir geçerliliği yoktu. Mustafa Kemal'in var olan kararnameden daha geri bir usulle boşanması yakışık alır bir hareket olmayacaktı. Yani bir taraf kabul etmiyorsa, son aile kararnamesi de bu yönde olduğuna göre ondan daha gerideki bir yöntemle, yani üç kez ‘boş ol' demekle boşanması mümkün değil. Teknik olarak Latife ve Atatürk hâlen evlidir. Ama ikisi de birbirlerine olan sevgilerinden dolayı konuyu hiç gündeme getirmedi.” Mustafa Kemal Paşa, “Biz Latife Hanım ile boşanmaya karar verdik.” diyor, ancak yazının altında tek imza var. İfade çoğul; ama imza tek. Paşa, karısı adına kararı daha doğrusu kendi kararını deklare ediyor. Latife'nin annesi; “Alafranga evlendiler, alaturka boşandılar.” diyerek ince bir sitemde bulunur. TOKAT VE KANLI YELPAZE Mehmet Sadık Öke belki bundan sonra büyük bir tartışmaya yol açacak ilginç bir olayı anlatıyor. Latife ile Atatürk arasında geçen olay şu şekilde gelişir: “O akşam Köşk'te bir resmî davet var. Mareşal Fevzi Çakmak, İsmet Paşa, Amerikan ve Avusturya maslahatgüzarları, Latife teyzemin kardeşi Paris sefareti üçüncü kâtibi İsmail Bey ve eşi Melahat Hanım da davetlilerden birkaçı. Kalabalık bir davet ve bunaltıcı derecede sıcak bir akşam. Paşa, her zaman olduğu gibi Latife Hanım'a, “Piyano çal.” demiş. Biliyorsunuz önce şiir okutur, ondan sonra piyano çaldırırdı. Latife Hanım da şöyle demiş: “Şimdi çalamam, buradakilerin hiçbiri dinlemiyor, yorgunum.” Bunun üzerine Mustafa Kemal çok kızar. Aslında ilk kıvılcımın kopmasına sebep olan bu kadar basit bir şey ama bir noktada gerginlik arttıkça biliyorsunuz her şey artık rahatsızlık veriyor. Bunun üzerine Vedat piyano çalar. Buradan da ikinci bir gerginlik doğmaya başlar. Vedat eseri bitirince Paşa gidip alnından öperek teşekkür eder. O andan itibaren ikisi birbirine biraz sert davranmaya başlıyor. “Sen benim yerime Vedat'a çaldırıyorsun, niye çaldırıyorsun, çaldırma. Zaten buradakilerin hiçbiri dinlemiyor. Hatalı çaldı, iyi çalmadı, bak kimse anlamadı.” diyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal, “Hanımefendi buradakilerin hepsi anlıyor ama siz anlamıyorsunuz.” deyince Latife Hanım elindeki yelpazeyi hızla avucunun içine vuruyor ve elini kesiyor. Buna çok sinirlenen Mustafa Kemal tokat atmak üzere elini kaldırmış. Latife teyzem de gayr-i ihtiyari elini yüzüne siper etmek için kaldırınca eli Paşa'nın yanağına çarpıyor ve elindeki kan onun yanağına bulaşıyor. Yanağı da biraz çiziliyor ama Latife Hanım'ın elindeki kan bulaştığı için, Mustafa Kemal'in yüzünde büyük bir yara var gibi gözüküyor.” Bu olay komutanların ve diplomatik erkânın önünde meydana geliyor. Bunun üzerine Avusturya ve Amerikan maslahatgüzarları “Komutanların önünde karısından tokat yedi. Türkiye Cumhuriyeti liderinin karizması çizildi. Her an bir darbe beklenebilir.” diye ülkelerine kripto yazmış. Bu olay karı-kocanın ilişkilerinin hangi noktaya geldiğini gösteriyor. Sadık Öke bu olayı anlatırken ikili arasındaki ilişkinin artık bittiğinin da altını çiziyor: “Latife teyzemin herkesin ortasında kocasına, erkeğine tokat vurabilecek, el kaldırabilecek karakterde bir yapısı yok. Teyzem, kocası elini kaldırınca kendini korumak amacıyla elini yüzüne siper etmek için kaldırıyor ve onun eline çarpıyor. Fakat o sırada Latife teyzemin tırnağı yüzüne geliyor, yüzünü kesiyor. ‘Bana bunu da mı yapacaktın Kemal!' diyor, ‘Elini de mi kaldıracaktın bir kadına?' Zira babası en sert kavgalarda bile annesine bağırmayan bir insan. Ailesinde kadına el kaldırıldığını, tokat atıldığını görmemiş. Bu, son noktayı koyan olaydır. Fakat Türkiye'de çok kişi bunu başka türlü algıladı. O gecenin sabahında durumu düzeltmek için Latife Hanım'ın yanına gelmiyor Mustafa Kemal. Sabaha kadar dışarıda askerlerle konuşuyor. Belki onun da kafasını sakinleştirmeye ihtiyacı var, sonuçta o da 44 yaşında bir erkek. Hiçbir zaman bir kadın hâkimiyetine girmemiş. ‘Evlilik benim tabiatımda yoktu, ama bir örnek teşkil etmek için yaptım.' diye söylemiş.” HAŞİM SÖYLEMEZ AKSİYON İşte M. Kemal Atatürk'ün daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış yurt gezileri:
29 Mart 2011 17:24
DİĞER HABERLER