Beklendiği üzere Numan Kurtulmuş, SP'den ayrıldı. Bunun yakın tarihimiz ve orta gelecekte şekillenecek siyaset açısından büyük anlamı var: 1969'da MNP ile başlayan "merkezi Milli Görüş hareketi" noktalanmış bulunmaktadır.
Bundan sonra MNP, MSP, RP ve FP'nin devamı olarak kurulan SP, Türkiye'nin ve bölgenin siyasi hayatında dönüştürücü rol oynamaya aday bir siyasi parti olmaktan çıkıp, güzel hatıraları, parası ve gayrimenkulleri olan; siyasi ilgisi ve gündemi folklorik düzeyde kalan bir kulüp olarak devam edecektir.
Bu trajik süreçte hüzün verici olan, Türkiye'de ve İslam dünyasında hayli saygın olan Necmettin Erbakan'ın -benim hüsn-ü zannıma göre- gönlünden ve aklından geçenin rağmına olup bitenin yönünü değiştirebilecek belirleyici bir inisiyatif koyamamış olmasıydı. Hanedan mirası peşinde olanlar, 'iyi saatte olsunlar' ve zengin mali kaynakların kontrolüne göz dikenler bu olayda önemli rol oynamışlardır. Kendini kanıtlamış, İslami çerçevede hizmet vermiş hocalar hakkındaki hüsn-ü zannımı değiştirmem. Yaptıklarını beğenmesek de onların niyeti iyidir; ancak bazen takip ettikleri yanlış usulden ve içtihatlardan, bazen de onlara rağmen hatalar yapabilmektedirler. Hatayı hata, yanlışı yanlış olarak görüp, hüsn-ü zannımızı korumamız görevimizdir.
Evet, dramatik bir biçimde Milli Görüş noktalandı. Fakat bu, 1998'de benim "İslamcılık bitti" dediğim gibi bir şeydir. "Biten" SP merkezinde kalan, arkaik ve folklorik olarak seyirlik halde duracak olan ruhu dördüncü semaya çıkmış bedeni bir et yığınından ibaret yerde kalmış Milli Görüş'tür. O gün de biten yine FP merkezinin toplumsal değişmeyi ve bölgesel gelişmeleri okuyamamaktan kaynaklanan İslamcılıktı; "küresel ve liberal paradigmadan muhafazakâr bir okuma biçimi"ni geliştirenler AK Parti'yi kurup bugüne geldiler. FP'den sonra kurulan SP, geçirdiği derin sarsıntıyı uzun bir uğraşıdan sonra atlatmaya çalıştı, 29 Mart 2009 seçimlerinde tam "yeni İslamcı dil ve iddia" ile yükselişe geçecekken, yukarıda işaret ettiğim sebeplerle yeni bir kopuşa uğradı. Ancak, nasıl 1998'den sonra Milli Görüş'ün içinden "muhafazakâr AK Parti" ve kendini toparlamaya çalışan "İslamcı SP" çıktıysa, 1 Ekim 2010 kopuşundan sonra ve yine Milli Görüş geleneğinden yeni bir siyasi çizgi uç vermiş oldu. Bundan sonraki aşama Türkiye, bölge, İslam dünyası ve küresel kapitalizmle olan ilişkilerimiz açısından hayati derecede önemlidir:
Soru şu: SP'den ayrılan Kurtulmuş, bize "ikinci bir AK Parti" tecrübesini mi yaşatacak, yoksa 19. yüzyıldan bu yana süren İslami akımı, siyasi, ahlaki, toplumsal ve uluslararası doğru bir zemine mi oturtacak?
Kurtulmuş'un SP içinde siyasete devam etme imkânı kalmadığına göre, önünde iki seçenek var: İlki, birçoklarının içinden geçtiği üzere, arkadaşlarıyla birlikte AK Parti'ye ilhak etmesi ve R. Tayyip Erdoğan'dan sonra parti liderliği yarışının en kuvvetli adayları arasında yer alması. Hemen belirteyim, Kurtulmuş, böyle bir tercihte bulunacak olursa, muhtemel diğer adaylarla mukayese edildiğinde şansı hayli yüksektir. Ancak bu, R. Tayyip Erdoğan'ın "başkanlık modeli"ni sisteme sokmayıp cumhurbaşkanı olması durumunda mümkün olabilir, dolayısıyla Kurtulmuş'un geleceği açısından risklidir de.
Diğeri, Kurtulmuş'un yeni bir parti kurmasıdır. Pekiyi, yeni bir partinin şansı nedir?
AK Parti'yi iki dönemdir iktidara getiren asli motivasyon İslamcı düşünce ve Milli Görüş çizgisini real politika ve pragmatizmle buluşturan formüldür. Küresel kapitalizmle ilişkiler ve liberal politikalar iktidar olmanın bedeli olarak ihtimal hesaplarına dahil edildi. Yeni bir siyasi partiye alan açan veya zaruri ihtiyaç haline getiren faktör de budur. Dolayısıyla Kurtulmuş, yeni bir parti kuracaksa "niçin AK Parti'den daha iyi ve niçin farklı olduğunu" açık çizgilerle ortaya koyması lazım. Partisi AK Parti'yi ve kendisi R. Tayyip Erdoğan'ı tekrar edecekse, AK Parti'ye iltihak etmesi daha akıllıca olur, yeni parti kurmasına gerek yok; zaten seçmen de ona gitmez.