Ali Fuat Bilkan, “Unutulmuş Ne Varsa” adlı yeni kitabıyla dilin önemine vurgu yapıyor ...
Geleneksel iletişim kültürümüz üzerine denemeler yazan İpek Üniversitesi Rektörü Ali Fuat Bilkan, “Unutulmuş Ne Varsa” adlı yeni kitabıyla dilin önemine vurgu yapıyor ve eski kültürümüzde yer alan ve günümüzde unutulan çocuğa hitap, mahalle dili, sohbet kültürü, masal, bilmece, eski takvim ve hatta mezar taşlarına kadar birçok konuyu ele alıyor.
“Unutulmuş Ne Varsa” adlı kitap, eski geleneklerimizi “söz” varlığı üzerinden değerlendiriyor ve tekrar hatırlamamıza yardımcı oluyor. Kaynak Yayınları’ndan çıkan, Ali Fuat Bilkan’ın kaleme aldığı “Unutulmuş Ne Varsa” adlı kitap, Arapça, Farsça ve Türkçe ile zenginleşen dilimizi, eski kültürümüzü ve geleneklerimizi anlatıyor.
Kişiler Arası İlişkilerde Dilin Rolü
Kişiler arası ilişkilerde dilin önemine vurgu yapılan kitapta, eskilerin sözü başlı başına bir ilim dalı haline getirdiklerini, durumun gerekliliğine uygun söz söyleme sanatı olarak tanımlanan “Belagat” kitaplarının başlıca müracaat kaynağı olduğu belirtiliyor.
Ali Fuat Bilkan, modern çağda insanlar arasında ikna kabiliyeti zayıfladıkça anlaşmazlıkların ve çatışmaların arttığını, “Medenilere galebe iknâ iledir” özdeyişiyle, dilin çatışma çözümlerindeki rolünü de ortaya koyduğunu söylüyor. Çağımızdaki iletişim araçlarının yaygınlığının, in¬san ilişkilerinin çok daha yoğun yaşanmasının, şehirleşmenin, eğitim seviyesinin yükselmesinin, çatışmaları ortadan kaldırmak için yeterli olamadığına dikkat çekiyor. Bilkan; “Hitap şekillerinden övgü kalıplarına, nezaket ifadelerinden tenkit ölçülerine kadar, dilin tahrik gücünü kavrayabildiğimiz seviyede, aile ve toplum içerisinde sağlıklı iletişim ortamları oluşturulabiliriz. Dili, sadece bir anlaşma aracı olarak tanımlamak ve bu biçimde sınırlamak, büyük bir eksiklik olur. Dil, ferdin bir toplum içerisinde yaşayabilmesi ve toplumun da uyumlu bir halde varlığını sürdürebilmesi için hayati öneme hâiz bir unsurdur. O halde, söz ile davranış bütünlüğünün belirlediği kültürel kalıplar, toplumların karakteristik özelliklerini de ortaya koymaktadır. Bir bebeği kucağına alırken, mutlaka “Maşaallah”, “Allah bağışlasın”, “Rabbim kem gözlerden korusun” ifadelerini telaffuz eden Türk insanı, bir yandan da çocuğa nazar değmemesi için, “ne kadar da çirkin” gibi bir imâda bulunur. Bu hareketin kaynağı, eski Türk kültüründeki kötü ruhların zararlarından korunmaya kadar uzandığı gibi, İslamî dönemdeki nazar inancını da kapsayan bir özellik taşır” diyor.
Kitapta, ilişkilerin dil üzerinden kurulması, dile dayalı zengin çeşitliliğe sahip bir edebî geleneğin oluşturulmasını sağlıyor, tekerlemeler, çocuk oyunları, masallar, türküler, ağıtlar, dilin toplumsal işlevini gösteren önemli ürünleri oluşturduğu belirtiliyor. Dil ile gülmek, dille ağlamak, dile gelmek, dile dökmek, bir bakıma duygu ve düşünce dünyasının somut bir hale gelmesi, bir kalıba dökülmesi anlamına geliyor.
Okula başlarken okunan ilahilerin, bir elbise giyerken söylenen duanın, su içerken, yemek yerken, uyurken, uyanırken velhasıl bütün bir hayat boyunca geleneksel ifade kalıplarıyla hareket eden insanın, psikolojik rahatlığı da bu kabuller etrafında gerçekleştiği vurgulanıyor. Eski insanın, şair fıtrata, nüktedan kişiliğe, kalender tabiata ve zaman zaman hayatı hiçe sayacak kadar melâmet ilkesine sahip olması, onu çağımızın yalnız insanının karşı karşıya kaldığı bunalımlardan ve psikolojik sıkıntılardan da uzak tuttuğu belirtiliyor.